08 Ocak 2019

YENİDEN AÇIK OLMAK

Kabuğuna çekilmek ve oradan dışarıya çıkmayı reddetmek, yakınlığa izin vermemektir. Henüz sana, hayata, Tanrıya yeterince güven duymuyorum demenin bir başka yoludur. İnsan bedeninin, dimağının ve yüreğinin, durmak için tasarlanmadığı çok açık. O yüzden kâinatta hiç kimse, sonu gelmeyecek bir zamana dek hem kendi kabuğunda, karanlığında yaşayıp hem de canlı kalamaz. Hayatla alışverişini kesmiş hiç kimse, içinde büyük bir hayat taşıyamaz…

İnsan hayatla birlikte akarak, büyük bir merakla, heyecanla ve almaya açık olarak Dünyaya gelir. Ama haddini, hududunu, engellerini bilmez; cahildir. Acıyla tanışır ve o acıyı bir daha yaşamamak için korkmayı öğrenir. Korktukça kendini acıdan – ve farkında bile olmadan hayattan da – geri çeker. Kendi kabuğunu örer ve içine kapanır. Sonra da kozasını yırtıp kanatlanacağı ve yeniden hayatı içine alacağı gün için karanlığını büyütür. İnsan yeniden deneyecek ve kozasını yırtacak gücü ancak sevgide bulur; en çok da kendisine ve yaşama duyduğu sevgide...

Hayat sınırsız lütuf sunar; insan açık olduğu kadarını alır. ‎ Kapılar, istenmeyen misafirleri dışarıda tutmak için kapanır; sevilenleri içeri almak için de açılır. "Benim kapım hep açık" demek, orada bir “ben” olduğu müddetçe şuursuz bir iddiadır; kapını hep kapalı tutmak ise ne büyük bir korku ve yalnızlık…

Farkındalık, hayatın sana nüfuz etmesine açık olmaktır. Ve farkındalık, aynı anda hayata da nüfuz edebilme yeteneğidir.

'Dünyana' bir bak; savaştığın, korktuğun; bir şekilde yüzleşmekten kaçtığın biri ya da bir şey varsa 'açık' olamazsın ve açık değilsen hayatı içeri alamazsın. Bir düşmanın kalmadığında incitilemezsin de. İncitilemez olduğunda artık incitilmeye de tamamen açıksındır. Açık olduğunda hayat sana erişir ve sen de hayata.

Kapalı olduğunda sen her şey eskisi gibi ve güvenli olsun istersin. Oysa hiçbir şey eskisi gibi olmaz; her şey - sen ve tüm ilişkilerin, Dünyan ya bozulur ya daha da iyileşir. Hayat oku yayından çıkalı çok oldu. Bozulma mı olur iyileşme mi bunu belirleyecek olan şey, senin cesaretin ve açıklığındır.

Belki geçmişte birileri seni incitti ve gelecekte birilerinin seni yine incitme ihtimali var... Kalbin örselendi belki ve cesaretin kırıldı bir yerlerde. Bu gayet anlaşılır…

Kim incinmedi ki?

Saflığın, duyarlılığın ve yaşama sevincin; katı ve zalim duvarlarına çarptı belki körlerin, cahillerin; başka cahillerce örselenmişlerin...

Kim hiç o cahillerle tanışmadan bugünlerine gelebildi ki?

Ama yine de olanca incinmişliği ile kendi küçük, güvenli hapishanesine saklanmış; şansını bir daha denemeyi, büyümeyi reddeden küçük bir çocuğun hazin hikâyesinden daha fazlasını yaşamak için bu hayata gelmiş olmalısın.

İncitilebilir ve açık olmak; kalbindekilerin tümünü, hem zayıflıklarını, beklentilerini, korkularını, kıskançlıklarını, öfkeni; zehrini hem de sevgini, cömertliğini, saflığını, hediyelerini açık yüreklilikle ve sükunetle paylaşmak risklidir elbette. Ama insanın büyümesinin ve üstelik de bunu en saf, masum halini geri kazanarak; güven duymayı yeniden hatırlayarak yapmasının başkaca bir yolu yoktur.

İncinebilir olmaya izin verebilmek; açıklık, dürüstlük gösterebilmek bazen acıtır. Ama bu acıyı göze almak, insanın kendi kıyılarından öteye zenginlikler taşırmasına neden olan şeydir. Çünkü bu acı; geçmiş bir zamanda, bir yerlerde takılı kalmış, sürekli olarak korumak, savunmak zorunda olduğun gerçekdışı bir hikâye kahramanının – çokça ciddiye aldığın egonun, ölümüne tuttuğun yastan başka bir şey değildir. Fazlalıklar eridikçe, şimdi bu taze ve kalbî açıklıkta, hayat olduğu haliyle gelir ve geçer; sahipsiz bir deneyimden öte bir şeye yer kalmaz.

Kalp kalbe baktığı bir kişi de yeter insana bir ömür için ve hatta açık bir kalple Dünyaya bakabiliyorsa tek başına kendisi de… Gerçek yakınlık; açıklık, masumiyet ve sevgi ile birbirine nüfuz etme izni vermenin doğal sonucudur. Belki Tanrının insandan muradı da kendisiyle bu türden bir yakınlıktır.

Hiç yorum yok: