07 Aralık 2014

İNSAN ÖĞRENİYOR

İnsan, aşk tohumudur ve tohum, tohum olarak kalamaz. Tohum; karanlığını yırta yırta, ışığa sevdasının peşine düşmeye, o meşakkatli yolun her adımında acıyla ve hazla pişmeye ve dahi yanmaya yazgılıdır. İnsan aşkla lezzet bulur, insan ancak 'aşkla bulduğunu' saçar ve insan aşk saçtıkça aşkla dolar da yeniden aşk taşar. En nihayet insan, aşka döner ve aşk olur. O vakit aşka kapı olur insan - her dem, her yöne açık bir kapı.

İnsan yazgısına isyandan geçip o yazgıya boyun eğmeyi ve nihayetinde rıza göstermeyi öğreniyor. İnsan boğazında takılı duran o büyük lokmayı, paralana paralana yutmayı öğreniyor. İnsan yolun her anında, her anını var kılan her nefesiyle, her nefesi yaşamdan yana kılan uyanık, farkındalıkla bezeli her deneyiminde yollarını kısaltıyor. Böylelikle yazgısı tamama eriyor. Yazgı eridikçe eksik hiçbir şey kalmıyor. Mutluluksa adı mutluluk, sevgiyse sevgi, ne ise ne - her şeyi içten dışa, dıştan içe O kuşatıyor.

İnsan, ummayı, istemeyi, dilemeyi; insan, dilediğini, umduğunu, istediğini var etmeyi; insan, var ettiğini bırakmayı ve insan bıraktıkça hafiflemeyi, yükselmeyi ve nihayet uçmayı öğreniyor. Sevmek kanatlanmaktır ve insan sevmeyi öğreniyor. İnsan nabız olup atmayı; bir var olup bir silinmeyi; gelgitle sahile vuran her dalgada, yeni güzellikler yaratmayı öğreniyor. İnsan, kendini güzelliğe vurmayı öğreniyor.

Yenidir hayat her daim ve insan, o hayata yeni'lmeyi öğreniyor. İnsan, zaferlerin en büyüğünü - kendi yenilgisini ve hep kendine yenilgisini keşfediyor. İnsan, bir eldiven gibi sonuna dek kullanıp kendisini, miadını doldurmayı, bir paçavraya dönmeyi ve ölmeyi öğreniyor. İnsan ölüp ölüp dirilmeyi ve nihayet defterini dürmeyi öğreniyor. İnsan, kalem olup tükenene dek kendi şiirini yazmayı ve kalpten kalbe akan şiir olmayı öğreniyor.

Ezcümle; insan sükûtu öğreniyor; durduğunda durmayı, vurduğunda vurmayı, yürüdüğünde yürümeyi, koştuğunda koşmayı ve insan, telaşından soyunmayı öğreniyor. İnsan tüm utancından, çıplaklığına sarılarak; tüm karmaşasından, saflığına karışarak geçmeyi öğreniyor. İnsan, insan olmayı öğreniyor.

23 Ekim 2014

Yanlış Toprakta

Hiç kimse size bir şey yapmadı. Kim, her ne yaptı ise kendisine yaptı. Çünkü bu döngüsel ilerleyen ve herkesin ektiğini biçtiği yahut biçeceği bir hayat... Bir başkasının size 'kötü' bir şey yaptığını düşündükçe, siz, kendiniz için acı üreten bir şey yapıyorsunuz. Çünkü o size öyle davrandı; çünkü o size haksızlık etti; çünkü siz başka türlü davranılmayı hak ediyordunuz; çünkü size rencide edici şeyler söyledi... Aslında muhtemelen kendi değerinizi, sevilmeye layık olup olmadığınızı, belki neden onun kalbinde umduğunuz şekilde tercih edilen olmadığınızı sorguluyorsunuz...

Siz eskiyemezsiniz. Bedeniniz eskir, düşünceleriniz eskir ve bazen duygularınız da eskir. Ama siz bunlar değilsiniz. Kendinizi, geçici, eskiyen, ölmeye mahkum şeylerle bir tutuyorsunuz. Siz bunların hiçbiri değilsiniz. Siz yaşamın ta kendisisiniz. Akmak ve tazelenmek yerine kendinizi, olmuş ve ölmüş olanda tutarak direniyorsunuz. Bu şekilde içinizdeki yaşama, sırtınızı dönmüş oluyorsunuz. Sizi incittiğini düşündüğünüz kişi aslında size bir şans veriyor - ona tutunmak yerine hayatla beraber akabilirsiniz. Yeni düşünceler, yeni duygular, yeni bir hayat için kocaman bir alan var önünüzde daima. Ama siz, yeniden doğmaya korkuyorsunuz. Ve yanlış yere bakıyorsunuz. Suçlamak sizi bu korku ile yüzleşmekten kurtarıyor çünkü ve böyle davranarak hayatınızın kalanını değişmeden yaşamak konusunda çok da haklı olmuş oluyorsunuz. Enerjinizi bu şekilde verimsiz kullandığınız ve ölü bir hayale saçtığınız için anlamlı bir şey yapmaya mecaliniz de kalmıyor. Çalışmak, üretmek, paylaşmak, sevmek... Hepsi çokça enerji ister. Doğru toprakta doğru tohum sizi besler ve bereketiyle kucaklar. Yanlış toprakta yanlış tohum ise sizi, enerjinizi, gücünüzü tüketir. Tükeniyorsanız, toprağınıza ve ektiğiniz tohuma dikkatli bakın derim.

İYİLİĞİNDEN

Kavuşulur sanırsın
Hep iyiliğinden.
Oysa kimse yerinde durmaz
Akar da alem, aleme
Gün geceye kavuşmaz.

Uzanır beklersin
Ümit yakışır çünkü yüzüne
Sayısız ömür geçer
Döner ha döner de Dünya
Dün yarına erişmez

SEVDİĞİNE DÖNÜŞMEK

İnsan bir sorudur, bir sırdır, bilinemeyendir ve insanın hayatı, o sırrı arama ve yaşama yolculuğudur… Ya sevmek?

Sevmek varlığının bir cevaba dönüşmesidir.


Ömür, sorular ve cevaplar için kısadır. En nihayetinde nefesimiz sayılı. Hem kaç nefes aldıysak o kadar da vereceğiz. Almak hakkımızsa vermek de borcumuz. Nefes ömrün geçer akçesi, sevmek ise tek sermayemiz.


İnsan kendinden bildiğini sever ve ötekinden bildiğini sevmekte zorlanır. Sorun şu ki, insan kendini tümüyle unutarak bu âleme gelir. Hayat denilen bu oyunun, başlangıçta belki de tek bir vaadi vardır; oyunu sevmek.

Sevmek, canlı olma göstergesidir ve her neyi seviyorsak ona can katarız. Değil mi ki, sevmek hayat vermektir; sevildik ki hayattayız. Sevilmek varlık sahasına inmektir.


Elbette bu oyuna gelmenin de gitmenin de bir zamanı var… İnsan kendinde kaybettiğini illa ki kendisinde yeniden bulacak. İnsan zamanı geldiğinde, unuttuğunu hatırlayacak. O zamana dek işimiz, sevilerek var oluşumuzu, tüm var oluşu severek taçlandırmak. Oyundaki esaretimizi ise doğuştan hakkımız olan özgürlüğün hikayesi yapmak. Böylelikle kader çarkı da nihayete ermiş olacak...

Sır özetle şudur ki, ancak özgür insan, layıkıyla sevebilir… ve sevmek tek özgürlüktür.

Biliyorum; sen seversin ve “sevmek bu değil” derler; “sevebildiğim bu” dersin; “büyü” derler; “kalbim büyük” dersin; “kabın küçük” derler; “kabıma sığamıyorum” dersin; “haddini bil” derler… Ne derlerse desinler… Nihayetinde insan, sevebildiği kadardır. Sevdiğiyse hep kendisi kadardır.

O halde bir yerden başla; yağmuru sev mesela… Yağmurdan sonra toprağın, açken yediğin sıcak ekmeğin kokusunu sev… Kolaydan başla; masumiyetle bakan bir çocuğun, seninle oyun oynamak isteyen bir köpeğin gözlerini sev. Anne kucağını, gökyüzünün sınırsızlığını sev. Baba ocağını, dostun sarsılmazlığını sev. Eğer başlarsan ve sevmenin tadını alırsan; orada duramayacaksın. Er geç sevmek, tüm yaratılmışı, kendini ve yaratımını bütünüyle sevdiğin bir noktaya taşıyacak seni. Sevgili her yerde olacak ve tüm kabın, kalbin sevgiyle dolup taşacak.

Hayatın, akışın seni götürdüğü o nokta, her şeyin başlangıcı olan ve her şeyi mümkün kılan o nokta; korkunun, kaygının, beklentinin geride kaldığı o nokta – kaynağın sevgisi ile sevmektir. Değil mi ki hayatta tüm çemberler tamamlanır; ilk sebep her ne ise son sebep de o olacaktır. Su, ne kadar kire çamura da bulansa dönüp dolaşıp muhakkak kaynağına varacaktır. O halde kaçınılmaz yazgımız, kaynağımızı sevmektir.

Sevmek, kapıları içeri açmaktır. Ama işte sevmek var, sevmek var... Herkes kendini bir değişik seviyor. Kendine derinine yürüdükçe, herkes kendini yeniden seviyor.

"Yeni"; daha derinden ve daha inceden sevmek demektir. Yeni güzeldir; çünkü güzellik durağan değildir ve sürekli olarak 'yeni'lenir.

Güzellik en çok görenin gözündedir. Güzel görmek, fazlalıklardan fazlasını görmektir. Güzel sevmek, fazlalıklardan fazlasını sevmektir. O yüzden insan sevdikçe güzelleşiyor, dönüşüyor ve insan en çok da sevdiğine dönüşüyor.


Sevdiğine dönüşmek; karanlık perdeler aralanıyor demektir.
Sevdiğine dönüşmek; 'ben' sevdiğimde eriyorum demektir.
Sevdiğine dönüşmek; varım, canlıyım ve yaşıyorum demektir.
Sevdiğine dönüşmek; can, emanetine kavuşuyor demektir.


Sevildik ki, varlık sahasına indik; seviyoruz ve varlığımızın hakikatine yükseliyoruz. Aşk o sahadan tümüyle silinmiş olmaktır. Aşk; seven, tümüyle sevdiğine dönüştü demektir.

Hepsi

Alemi seyre daldım, alem bize dar imiş
Neye elimi atsam, içi boş hayâl imiş
Hepsi hepsi bir nefes, bir emanet can imiş
Söyle, çal, dinle, oku; hepsi aşikâr imiş

7

Yedi kez doğdum; yedi kez öldüm
Yetmiş kapıyı çaldım; çıkış nerdedir?

Dediler; unut.

Yedi bahar gittim; yedi bahar geldim
Yetmiş arife sordum; o yâr nerdedir?

Dediler; sûkut.

ÇOCUKLAR VE GECE

Karanlıkta bir çiçek açınca
Güzelliğe keser ortalık
Binlercesi gülümseyerek
Birbirine göz kırpar sanırsınız

Kayan yıldızlar arasında çığlık çığlığa
Işıklı bir bahçeye döner ortalık
Çocuklar ve gece eğlenerek
Mutluluk yağdırırlar sanırsınız

ÇIĞLIK


.
.

Sessiz bir boşluğa, bir çığlık düştü.
Boşluk o kadar çoktu ki, çığlık düş'tü.

.
.


.
.

Sessizlik de anlatır bir çığlığı
İçinin boşluğuna atılmışsa eğer.

YILDIZLAR

Yalnız ve mahzundurlar
Yaz yorgunudur onlar

Kayıp giderler ellerinden gecenin
Güne sürgündür onlar

Bir söner bin yanarlar
Aşka vurgundur onlar

Artık

Değil mi ki katil cinayet mahalline muhakkak döner
Bunu her kim başlattıysa, bu iş de onda biter.
Aşk ki ilk patlamaydı ve saçıldı âlem ondan öteye
Sevelim, birlenelim de artık - dönelim evimize

Acı - Korku ve Ötesi

Acı gerçek ve net bir geribildirimdir. Misal ateşe değersen canın acır. O acı sana "burada senin için bir sınır var ve yaşamını sürdürmek istiyorsan 'şimdilik' buradan uzaklaş." der. Yapmakta olduğun şey acı yaratıyorsa, hayat sana, "onu bırak ve başka bir şey yap; kısaca sana hizmet etmeyen düşünceni, yaklaşımını, hissiyatını, davranışını vs. değiştir" der.

Korku ise sanal, zihinde yaratılmış acıdır. Ateşten korktuğunda ona temas etmemiş de olsan zihnindeki acı deneyimi, ateşten uzak durmanı sağlar. Korku, canını acı gibi yakmasa da seni terbiye eder; yanlıştan döndürür; gereksiz riskler almaktan ve gerçek acılar yaşamaktan seni alıkoyar.

Acı da korku da insana haddini bildirir ve haddini bilmek, aslında 'güvenli sınırlar' içerisinde haddini büyütebilmek için fırsat yaratır.

Sorun, acı varken harekete geçmediğinde; düşünceni, bakışını, davranışını, durumunu değiştirmediğinde ve korku varken aklıselim hareket ederek ve meseleyi yeniden muhakeme ederek gerçekliğini sınamadığında ortaya çıkar. O zaman gereksiz acılar yaşar; seni incitemeyecek, aslında orada olmayan tehlikelerden korkarsın. Bu ölümün, yaşamdan çekilmenin ve vazgeçmenin başlangıcıdır.

İnsan yeterince uzun bir süre acıyla ve korkuyla yaşadığında, ona alışır. Hatta alışmakla kalmaz; acısı onun varlığının değişmez bir parçası, adeta kimliğinin bir uzantısı haline gelir. Bunca yatırım yaptığı ve gerçek muamelesi yaptığı korkusu ise gerçeğin ne olduğundan daha değerli olur. O zaman korkmadan yaşamak fikri, korkutucu olmaya başlar. Çünkü korkmadan yaşamak, artık bilmediği, hatırlamadığı bir şey olmuştur. Bu ıstıraptır.

Peki korku nasıl çözülür ve dağılır?

Korku, harekette tutunamaz. İnsan durdukça korku güçlenir ve kendini tekrarlamak da durmak sayılır. Hareket için ise temelde üç ana yol vardır ve her yol, kendisinden sonra gelenlere de yoldur aynı zamanda;

Ya dikkatini seni besleyen, iyileştiren şeye yöneltecek ve öz-disiplin geliştirerek zehirli döngüyü yavaş yavaş kıracak, an be an seni 'iyileştiren' alışkanlıklar inşa edeceksin ya adanabileceğin anlamlı bir bir yol, bir amaç bulacak ve güzelliğe hizmet edeceksin ya da kestirmeden - aşka düşeceksin - ve tüm zehiri tek seferde kusacaksın... Aşk olacaksın - Kendinden geçip O olacak; O'nun eli, sözü, dili, bakışı, nefesi olacaksın...

22 Ekim 2014

AHESTE

Telaşsızca dönse de Dünya
Hep en başa sarıyordu yaraları zaman
Hiçbir çaba yetmiyordu bu oyuna
Ve yine canı yanıyordu insanın

Anamın elleriyle okşadım; hırçın başımı
Öptüm o eller gibi; hasretimin ellerini
Babamın bakışıyla baktım; hüzne duran gözlerime
Sarıldım; çocukluğumdan kalan, ıssız gecelerime

Anlaşılan; çocuktular anam babam da ben kadar
Anlaşılan; anam babam kadar çocuktum ben de
Hayat büyütecekti koynunda bizi belki
Belki de biz, birbirimizin ninnisinde büyüyecektik -

Aheste aheste

Burayı Sevemeyişin

Zihnin bildiklerinden, sana içinden çıkılamayacak bir hapishane yapıyor ve aynı zihin, sana o hapishaneden çıkmak zorunda olduğunu, çabalaman gerektiğini, ama asla çıkamayacağını, bunun için suçlu ya da yetersiz olduğunu, başkaları olduğunu ve onların çıkabildiklerini ve daha bir sürü aptal saptal şey söylüyor...

Hatta zihnin sana, sınırlılık içine hapsedilmiş bir sınırsızlık olduğunu ve burada bu sınırlılığa mecbur bir zavallı olduğunu söylüyor. Sınırlılık haline isyan eden, yaralanmış, incitilmiş ve bunu kabullenemeyen bir zavallı... Buradan; bu eksik, hatalı, kötü Dünyadan yuvana kaçman gerektiğini söylüyor.

Oysa;

Belki buradasın çünkü bildiğin gibi değildir.
Belki buradasın çünkü geçmişini temizliyor ve kendine borcunu ödüyorsun.
Belki buradasın çünkü istemediğin bir yerde olmayı, mecburiyet duygusunu tatmayı ve aşmayı öğreniyorsun.
Belki buradasın çünkü incinmişliğinden çıkıp incinmişlere yol olacaksın.
Belki buradasın çünkü beklenmedik güzellikler onları beklemezken seni bulurlar.
Belki buradasın çünkü burası 'senin Dünyan' ve içinde reddettiğin parçalarını temsil ediyor.
Belki buradasın çünkü eksiğini tamama erdiriyorsun.
Belki buradasın çünkü kendine yönelen bir şefkati daha derin bir anlayışla var etmeyi ve paylaşmayı öğreniyorsun...
Belki buradasın çünkü bilmediğin ihtimallere açık olmayı deneyimliyorsun.
Belki buradasın çünkü tek bir ihtimal yok.

Belki de sadece buradasın - hepsi o...

Burayı sevemeyişin buradaki kendini sevemeyişinden başka bir şey değil bana sorarsan.

Aşk

Aşk bir sessizliktir, bir iç çekiş,
Büyük patlama öncesi -
Yaşamla ilk göz kırpışma

Aşk bir çığlıktır; bir iç kanama;
İntiharın eşiğinde -
Ölümle son çarpışma…

Kendine Yeten

Kendine yetemeyen, beklenti kurar.
Beklenti kuran, hayal kırıklığını çağırır.
Hayal kırıklığı, gerçeği görme fırsatıdır.

Kendine yeten, hayal kurar - beklenti kurmaz.

06 Eylül 2014

Özünüzün Sesi

Bir an için hayatınızdaki tüm o dramı, sıkıntıyı, iniş çıkışları, tatsızlığı yaşayan kişiye dışarıdan ve hatta biraz da uzaktan ama bir dost gözüyle bakın. Ortada büyük bir mesele gibi görünen, can sıkıcı bir yaşantı var şu an ve bu meselenin nereye nasıl bağlanacağını ne siz ne ben bilmiyoruz. Birlikte bir şansımız olduğunu düşünün; her şeyin düzeleceği ve sizin hayatınızı yaşayan kişinin tüm yaşadıklarına bakıp da sizinle birlikte “ne delice bir maceraydı be” diyeceğimiz bir an geleceğini düşünün. Şimdi ona dışarıdan bakarak ve bu maceranın mutlu sonla sonuçlanacağından emin olarak her şeyi en derinlerde yaşayan, zaman zaman ağlamasına engel olamayan, bazen eşine, bazen iş arkadaşına, bazen başka bir çok şeye öfkelenmekten kendini alamayan ve hatta belki Tanrıya bile “neden?” diye sorup cevap alamayan kişiye, onun dostu ve sırdaşı olarak bir şeyler söyleseydiniz neler söylerdiniz?

...

Neden mi böyle yapıyoruz? Tüm bu yaşam macerası boyunca, “en değerli dostunuz olarak daima yanınızda olacak, sizi destekleyecek kişiyi” - özünüzün sesini - davet etmek için.

Gerçekte meseleler, ne kadar zorlu olurlarsa olsunlar, sadece kendimizi yeniden doğurmak ve daha özgür ve gerçek insanlar olmak için özümüzün önümüze koyduğu hediyelerdir. Meselenizin büyüklüğü sadece sizin çok özel bir potansiyel barındırdığınızı söyler; başka bir şey değil. İnsan zihni ise meseleleri türlü çıkmazlara dönüştürür ve ondaki değeri görmemize engel olur. Sizin gerçek özünüzü; yaşadığınız tüm bu berbat görünen deneyimi, (bana sorarsanız ileride göreceğiniz şekliyle hediyeyi) sizin için özenle hazırlamış olan dostunuzu lütfen buraya davet edin.

İlk hatırlamanız gereken şey “bırakmak.” Ümidi, bir şeylerin daha çok çabalarsanız iyiye gideceği, düzeleceği ümidini bırakmak. Evet yanlış duymadınız; ümit etmeyi bırakın. Belki de her şey çok daha kötüye gidebilir. Dilerseniz olabilecek en kötü senaryoyu oturup yazın. Ve sonra da bir an için o senaryodakilerin hepsinin gerçekleşmiş olduğunu varsayarak, daha dipte gidebileceğiniz bir yer kalmadığı o anda olduğunuzu hissedin... Göreceksiniz;

Olası en kötü şey değil onun gerçekleşme ihtimalinin yarattığı korku ve endişe insanı tüketir. Gerçekten düşebildiğinizde gerçekten ayağa kalkma şansınız da olur. O yüzden olumlu ya da olumsuz bir şey ummayı bırakın; gelene razı ve hatta müteşekkir olmayı öğrenin.

Hissettiğim o ki, içinde aşk olmayan tüm yüklerinizle yüzleşiyor ve onlardan silkelenen ve hafifleyen bir insan olma şansı ile ödüllendiriliyorsunuz. Muhtemelen bir yerlerde, belki de bilmeden aşkı çağırmış ve bedelini ödemeye de kalben istekli olmuş olmalısınız. Yoksa bu kadarı fazla derdim – kim bilir belki az bile...

30 Temmuz 2014

Sarıl

Ağaçlara sarıl
Ağaçlar anlar
Sen ağaçları hiç anlamasan da

Ağaçlara anlat
Ağaçlar dinler
Sen ağaçları hiç duyamasan da

Sen alabildiğine hoyrat olsan da
Ağaçlar kardeşindir; sever seni
Toprağı, güneşi sever gibi…

Çirkin

Senden beridir çirkinim
Sana doğru güzel
Sen misin aranılan
Yoksa ben miyim ezel?

Neye açtılardı da
Neden soldu çiçekler?
Neydi meseleleri
Neden geçip gittiler?

İlk gençliğim sende kaldı ihtimal
Son baharım bana kalmasa ne çıkar?
Altı aymış ömrü aşk acısının bile
Ölümsüzmüş lakin aşk; öyle diyorlar.

Arılar isyan eder mi hiç;
Çiçekler birbirine küser mi?
Gelen bahar mı yaz mı kim sorar
Ekinler şüpheye düşer mi?

Kim O?

Kelimelerin acımasız dünyasında,
Delice savaşıyordu kelimelerle.
Oysa her kelime sessizce,
Hem de hiç değmeden bir diğerine
Onda buluşuyor ve o anda eriyordu…

KAYIP - ARANMIYOR

Şair şiirinde, ressam resminde, mimar eserinde...
Heykel yontucusu elindeki çamurda kayıptır misal.
Göz gördüğünde, kulak işittiğinde, yürek çarptığında...
Ve el verdiğinde kayıptır misal.

Usta emeğinde kayıptır.
Anne, çocuğunun gözlerinde; dost dostunda...

Velhasılı - insan en çok severken kayıptır.
Ve insan en çok sevdiği anda bulunmuştur.

Cinai Şebeke

İnsan bilmediğini safça sever;
Az bildiğini öldürmeye meyleder - korkusundan;
Ancak canını verebildiğinde gönüllü - tam bilebilir.
O yüzden güzeldir; kendini hiç bilmemek
Ve eğer aşk ise yolun başı - sonu
Güzeldir korkudan geçerek - ölümü keşfetmek.

Ne Yapmalıyım?

Seni soru işaretlerinden kurtarmalı mıyım?

Yoksa sana sorularının kendi içinde zaten bulacağın en doğru cevabı için alan yaratmalı, zaman ve izin mi vermeliyim? Seninle ilişkimde kendi adıma yapabildiğimin en iyisinin dışında bir şey yapabilir miyim ve bunu yapmak beni bir kurtarıcı mı yapar yoksa seçeneksiz mi kılar? Seçenekler içinde olası en hayırlı olan dışında seçebileceğim bir şey gerçekten var mıdır?

Kendine kurtarıcı rolü biçen, kendini bir "şey" sanarak üstünlük taslamış, ötekinde eksik gördüğünü kendi kıt görüşüyle tamamlama iddiasına kapılmış ve aslında kendindeki eksiği ötekine yamamış olur. Kurtarıcı rolüne soyunmak kibirdir ve bir etikete ihtiyaç duymaksızın elinden gelenin en iyisini sevgiyle hayata vermek ise kurtarmaktır. Kimi? Hadi sen söyle...

Kendini kendinden kurtarabilen kendine kavuşur.

Say

Say ki üşüdük
Say ki yandık
Bir mevsim geldik
Bir mevsim geçtik
Öykündük gerçeklere
Yaşamlar boyu öldük

Battığı yerden çıkana dek
Kalbimizdeki okun acısı
Ne gitsek varabiliriz artık
Ne kaçsak kaçabiliriz

Sümüklü Kızlar

Dünyaya aitti, çığlıkları işiten kulak
Ankara Garında aşk vardı oysa
Kutsal bir şeydi hem yağmur
Sümüklü kızlar kadar bilmiyor da olsak

AÇGÖZLÜ OLMAYALIM

Ben her kimsem
Sen her neredeysen
Aramadan, aranmadan
Tesadüfen, kendiliğimizden
Münasipsek kavuşalım

Vuracağı kadar vursun
Duracağı yerde dursun
Sen sus
Ben susayım
Yürekte her ne varsa,
Gözlerimiz konuşsun

Senden konuşalım
Benden konuşalım
Bizden konuşmayalım
Masumane akıyorsa güzellik
Açgözlü olmayalım
Güzelliğe ad koymayalım

EMANET

Sesin, sessizliğime emanet olsun sevgili
Kalbimde bir şarkı gibi taşıyayım seni.
Ve ne zaman aşk dilesen kendinden
Sessizliğinde hiç aranmadan bul beni.

Var - Yok

Kesinti varsa ikilik vardır.
İkilik varsa kutupsallık vardır.
Kutupsallık varsa hareket vardır.
Hareket varsa olasılık vardır.
Olasılık varsa tehlike ve fırsat vardır.
Tehlike ve fırsat varsa yaşam ve ölüm vardır.
Yaşam ve ölüm varsa süreklilik vardır.
Süreklilik varsa kesinti yoktur.

BİLMEDEN BİLMEK

Unutmayı bilmeyen
Hatırlamayı bilemez
Asla unutulmasa da

Acıyı bilmeyen
Lezzeti bilemez
Acı, lezzete çeşni olsa da.

Gürültüyü bilmeyen
Sükuneti bilemez
Sükut gürültüyü sarsa da.

İstemeyi bilmeyen
Tatmini bilemez
Gerçek bir ihtiyacı olmasa da.

Açgözlülüğü bilmeyen
Kanaatkarlığı bilemez
Cömertliğe bir sınır olmasa da.

Aramayı bilmeyen
Bulmayı bilemez
Aradığı hep kendinde olsa da.

Çabayı bilmeyen
Akışı bilemez
Zorla güzellik olmasa da.

Tutmayı bilmeyen
Bırakmayı bilemez
Kendiliğine bırakılmış olsa da.

Zoru bilmeyen
Kolayı bilemez
Ne kolay, ne zor olsa da.

Zamanı bilmeyen
Aşkı bilemez
Aşkın bir zamanı olmasa da

Aşk mı istiyorsun?


Alışkanlığa, tekrara, rutine, korkuya, zorlamaya, hesaba, imkânsıza, olumsuza, mecburiyete, yalana, sahteye, çirkinliğe, kibre yeri olmayan tek şey aşktır.

Aşk masumiyettir ve en yaratıcı enerjidir. Olağan insanı olağanüstü yapan güçtür.

Aşk her birimizin içinde mevcuttur. Ama gözlerimiz, aklımız, muhakememiz, beklentimiz vs. fazlasıyla dışarı ile ilgili ve meşguldür. İnsan kendi içindeki bu sınırsız kaynakla yeniden bağlantı kurdukça - bilinmezler, bilinir; imkansızlar, mümkün olmaya ve her şey güzelleşmeye başlar. İlham ve yaratıcılık devreye girer.

Aşk, insanın yükünü alır ve ona her defasında yeni bir hayat bahşeder.

Aşk mı istiyorsun?

İşi kirletme - işine ruhunu, kalbini kat.
İlişkiyi kirletme - her kiminleysen sadece onunla ol, ona masumiyetini sun.
Kendini kirletme - gerçeği; kibirine, önyargılarına, peşin hükümlerine kurban etme.
Kendinden başlayarak; hayatı, insanları, işini, her ne ile karşılaşır isen onu, oracıkta - SEV

KÜÇÜK

Küçük küçüktür; büyüğün olduğu yerde.
Büyük büyüktür; küçüğün olduğu yerde.

Küçük, gözünde büyütmediğindir;
Büyük ise küçümsemediğin.

Ne küçümse, ne gözünde büyüt;
Ne şaşı bak, ne gözlerini kapat.

Bırak her şey yerli yerinde kalsın;
Ne yakına getir; ne uzağa fırlat.

Karakuş Bilmez

Ne yöne uçar Karakuş;
Yeri yurdu, yöresi neresidir?
Issızlığın ortasında öyle bir başına
Derdi, neşesi nedir;
Özlemi, hevesi kimedir?
Nedir emaneti ve kimde saklıdır yüreği?
Kendinden çokça emin;
Suya, toprağa fazlaca yakın
Çözülüverecekse bir gün kaderi
O kader hangi menzildedir?

Karakuş bilmez.

Bilen bilir.

Nereye uçarsa uçsun
Yeri yurdu, yöresi
Derdi, neşesi
Özlemi, hevesi hep odur.
Emaneti odur,
Yüreği ona emanettir.
O kader ki aşk menzilinde
O aşk ki aldığı her nefestedir.

Can

Kapısı açık bir kafeste
Özgürlüğünü umardı şaşkın kuş
Hafiflikti oysa;
Ona ağır gelen dertleri
Kanadından bir tüy koptu
Usulca kondu selamı omzuma
Can niyetine

Yüzerdi aşk deryasında
Ama bilmezdi balık
Cahildi, sarhoştu
Ne içine ne dışına
Sığamazdı;
Hep ağır çekerdi hevesi.
Kör bir balıkçının oltasına takıldı
Sırra kadem bastı sonunda
Can diyetine

KABIMA SIĞAMADAN

Sen de bir kalemsin;
yazmazsan ne işe yararsın
ey insanoğlu?

Yazarak tüket kendini
Ve izlerinde yaşa.
İlham ol; hafiflik ol;
Şairin nefesinde yaşa.
Güzellik ol; söze dökül;
Konduğun yüreklerde yaşa
İncelikle dokun, dokunduğunu var et;
Maharetli ellerde yaşa.
İster hüzün, ister sevinç ol;
Hoş bir sedanın tınısında titreş
İçli bir şarkıda yaşa

Strateji

Strateji önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol demektir. Bir başka tanımla, 'benimsenen politikaların' hayat bulması amacıyla politik, ekonomik, psikolojik ve askeri güçleri bir arada kullanma bilim ve sanatıdır.

Bir oyunda yer almak ve yol almak istediğinizde oyunun kurallarını bilir ve ona uygun şekilde sizi sonuca götüreceğini umduğunuz yollar seçersiniz. Bir strateji ile hareket edersiniz. Takım sporu yapan; kişisel ya da kurumsal ilişkilerinde bir şekilde rekabet oyununu oynamış, öyle ya da böyle bir sonuç için, hedef için, amaç duygusuyla hareket etmiş herkes bunu bilir. Stratejinin hayatta yeri yok, asla kullanmayın demiyorum elbette. Ama strateji, tanımı gereği oyunun içinde olmak ve kalmak demektir. Bu özellikle bazı konular - örneğin ilişkiler için, önemli bir tercih meselesi...

Oyun verimsiz ve sevimsiz bir oyun ise; kazanmak aslında kaybetmekten başka bir şey değilse; politik, ekonomik, psikolojik, askeri vs. güç kazanmak ve o güçle 'kendince' Dünyayı, bir işi yahut ilişkiyi yeniden düzenlemek fikri, sadece yeni ve daha büyük problemler yaratıyorsa; oyunda başarmak değil, oyunu değiştirmek bile değil, oyunu bitirmek meseleyse; akıl oyunlarını bırakma zamanı gelmiş de geçiyor demektir.

Akıl, bir hediyedir. Lazımdır ve aklı yok sayarak ancak yerinizde sayar ve çokça acı çekersiniz. O hediyeyi kullanmalı elbette. Ama hatırlamak da lazım ki akıl seni bir durağa getirecek ve oradan öteye 'sadece' akılla yol almaya çalışırsan, o bir engele dönüşecek. Oradan sonra sezginin ve sevginin kanatlarıyla yol alabilirsin.

Aşkın stratejisi tektir - "var saydığın her şeyi, hakiki olmayan her şeyi yık" ve sen ne kadar strateji kurmaya da kalksan, var saydığın her şey geçici ve yıkılmaya teşne. O halde çok kasma kendini. Dünyayı kurtarmak, onu ya da bunu kazanmak, hatta bir aşk inşa etmek ve daha binbir türlü ütopyalar yaratmak istiyorsan bu senin oyunun, dilediğince stratejiler kur. Mücadeleye gir, savaş ve hatta barış için bile savaşlar icat et. Hepsi geçici ve yıkılacak. En sonunda ne sahici bir strateji ne de oynanası bir oyun bulacaksın.

DENGEMİ ARIYORUM

Ömrümde söyleyeceğim sözü, hep patavatsızlık derecesinde bir açıklıkla dile getirdim. Dostlarım beni çokça uyardılar bu konuda; zamanından önce söylenmiş sözler, çokça fırsat kaçırmana ve gereksiz acılar çekmene sebep olur, oluyor diye. Hakları var, yok değil; az acı olmadı hayatımda. Ama kendimi gizleyemiyorum, taktik oyunlar filan oynayamıyorum. Oynamaya kalkarsam, muhakkak elime yüzüme bulaştırıyorum. Öğrenmem gerektiğini düşündüğümden değil ama anlamak istediğimden, öğrenmeye çalışıyorum şimdilerde... İnsanoğlunun korkuları üzerine kurduğu Dünyayı görüp hayrete düşüyorum sık sık. Yalnız kalmanın, işsiz ya da parasız kalmanın kendisi, insanın bu ya da benzer korkuları yaşamamak adına bulduğu taktik çözümlerden çok daha kolay, gerçek ve soylu geliyor bana.

Çokça iş değiştirmek durumunda kaldım mesela, yöneticilerimin diliyle ve onların beklentilerine uygun konuşamadığım için. Çokça iş batırdım mesela, müşterilerin diliyle onların beklentilerine uygun konuşamadığım için. Esnek olmaktan bahsetmiyorum; kendimce doğru bildiğim yoldan şaşmamaktan, sözümü sakınmadan ve hesap yapmadan söylemekten ve yürümekten söz ediyorum. Sonuçta işsiz ve parasız bolca zamanım oldu. Amma velakin gönlümdeki mutlulukla yapacağım işi bulma ve onu var etme gücüm oldu binlerce kere şükürler olsun ki.

İlişkilerim derseniz, çokça yalnızlık çektim ömrümde... Çoğu zaman tanıştığım anda hissettim; bir kadına çekildiğimi ya da onunla özel bir bağımız olamayacağını. Bir kadına çekildiysem; beklemeye, ilişkiyi geliştirmeye, onu korkutmadan yakınlık kurmaya, kalbini kazanmak için numaralar yapmaya hiç yüreğim elvermedi. Hissettiğimi, hissettiğim gibi ve dümdüz söyledim. Belki bu yüzden, sadece iki kadın girdi hayatıma. Daha doğrusu sadece iki kadın böylesi düz konuşan ve yaşayan birisini hem de hiç uzatmadan Dünyasına almaya cür'et etti. Biri ayrıldığım eşim ki bana beni verdi; diğeri ayrıldığım aşkım ki bana Dünyaları verdi. Her ikisi de her daim başımın üzerindedir.

Şimdi ben kimilerince 'patavatsız olmaya' ve 'burnumun dikine gitmeye'; bana sorarsanız, dürüstçe hissettiklerimi, sonuçlarını tartmaya ihtiyaç duymaksızın söylemeye ve yolumda yürümeye devam etmeli miyim? Bilmem ki? Belki bir bilen söyler... Denge bulmayı öğreniyorum herhalde...

GİBİ

Gerçek bir şiire,
Sarılıp ağlarsınız
Gerçek bir dosta sarılır gibi

Şiir

Toza toprağa bulanır
Kanayarak yazılır şiir.
Mürekkebin;
Hep son nefesindir.

Hakikat

Kelamın ve sükutun ötesi ve ta kendisi
Bilinenin ve bilinmeyenin ötesi ve ta kendisi
Orada olanın ve hiç orada olmamış olanın ötesi ve ta kendisi
Hiç değişmeyen ve her an yeni olanın ötesi ve ta kendisi
Her şeyi kapsayan ve her şeyde kapsananın ötesi ve ta kendisi
Her şeyi yutan ve her şeyi doğuranın ötesi ve ta kendisi
Senin benim olanın ve asla olmayacak olanın ötesi ve ta kendisi
Göreceli ya da mutlak olanın ötesi ve ta kendisi
İyinin, kötünün; güzelin çirkinin ötesi ve ta kendisi
Sıfırın, birin; buçuğun, küsuratın ötesi ve ta kendisi

30 Mayıs 2014

Adam Gibi Ölmek

Adam gibi yaşayamıyorsa insan, adam gibi ölemediğindendir. Yaşamak güzeldir ve ölmek de öyle. Ölmeyi dışlayan, karşısına alan, ondan kaçan biri; aynılarını yaşamına da yapmaktadır.

Peki neden ölemez insan?

Çünkü bırakamaz. Hep sürsün ister; içinde olduğu, bildiği, alıştığı... Bazen bu, rezil bir şey olsa da...

Peki neden bırakamaz insan?

Çünkü biriktirdiklerinden vaz geçemez, onlara bağımlıdır ve açgözlüdür. Hiç kullanmadığı eşyaları, kıyafetleri, parayı, ilişkileri; ne bulursa onu biriktirir durur.

Peki neden biriktirir insan?

Çünkü korkar. Aç, açıkta, işsiz, parasız, sevgisiz kalacağından korkar. Daha da kötüsü başkalarına kıyasla geride kalacağından korkar. Eksik kalacağından korkar.

Peki neden korkar insan?

Çünkü unutmuştur. Hayatın ve aslında kendisinde hep var olanın sınırsızlığını, cömert ve bereketli doğasını, şefkati ve sevecenliği unutmuştur. Güvenmeyi unutmuştur.

Güvenmeyi, hakikatli yaşamayı; güzellikle yaşayıp layıkıyla ölmeyi hatırlamak istiyorsa insan, her nefes verdiğinde ölmeli ve hatırlamalı ki hiç bir şeye sahip değil. Her nefes aldığında can bulmalı, yaşamalı ve anlamalı ki her şey onun için var. Her nefes verdiğinde ölmeli ve bırakmalı ki içinde kuruyan, çürüyen, eskiyen ne varsa kenara çekilsin ve yeniye, tazeye yer açsın. Her nefes aldığında hatırlamalı yeniden ki kendini yırta yırta, kendini doğura doğura, yaşamın yeniden doğuşuna karışabilsin. İşte ancak o zaman, yaşamın ve ölümün ötesindeki sevgiyi ve onu saran sonsuz sükuneti duyumsayabilir.

24 Şubat 2014

AŞK İÇİNDE - AŞK İÇİMDE

Aşk içindeysen; ayırmazsın beni, ötekini
- ne içtiğin sudan, ne döktüğün göz yaşından
Aşk içindeysen; ayrılmazsın da dönmezsin de
- kendi yolundan, hep kendine dönen yoldan

Her kapı açılır önünde ve cümle alem döner sana dilediğince
Sanki hiç gitmemişsin de hep o sana gelmiş gibi...
Sanki hiç sevmeyi bilmemişsin de hep çok sevilmişsin gibi...