15 Nisan 2015

TENCERE - KAPAK

Sizdeki yalnızlık korkusu, karşılaştığınız kişideki bağlanma korkusu ile birbirini tamamlar ve bu ikisi bir arada hakikatli bir ilişkinin oluşmasına engeldir. Siz yalnız kalmaktan korktuğunuz için bağ kurmak isterken onu kendinizden uzaklaştırırsınız ve diğeri de bağlanmaktan korkarken yalnızlığını derinleştirir.

Sizdeki sevgiye bağımlılık ve onaylanma arzusu, karşılaştığınız kişideki bencillik ve empati kıtlığını tamamlar ve bu ikisi bir arada hakikatli bir yakınlığın oluşmasına engeldir. Siz onay peşinde, fedakarlık üzerine fedakarlık yaparsınız ve asla yetemezsiniz ve diğeri de kendi yolunda yürüyemediği bir hayattan şikayetçidir. Ama fark etmediği şey şudur ki, kendi ayakları üzerinde duramadığından sizi koltuk değneği olarak kullanmaya çabalamaktadır.

Sizdeki bir arzu ya da duygusal bir açlık hali bir başkasındaki izdüşümünü çağırır. İki aç birbirini doyurabilecekken ikisi de sadece almak istediğine odaklıdır ve masadan beraberce daha da büyük bir açlıkla ve hatta daha da derin bir açgözlülükle kalkılır.

Ne yapılabilir?

Uzun soluklu bir ilişki istemeyin. Bunu kendinize de söyleyip durmayın. Onun yerine hakikatli bir ilişki isteyin ve bunu ifade edin. Aslında hakikatli bir ilişki istenmez - sadece sunulur. Hakikatli bir ilişki yalansız ve gerçeğin her durumda koynunda barınabileceği kadar karşılıklı güvene dayalı bir ilişkidir. Ve bu daima sizinle başlar. Siz o kadar açık yüreklisinizdir ve güvenilir ki karşınızdaki buna mukabele etmek dışında bir seçeneğe sahip değildir - er ya da geç.

Bir tarafından baktığınızda sonuç itibarıyla yalnızlıktan korkmayan hiç kimse yoktur. Diğer ucundan baktığınızda istediği zaman arayabileceği ve aslında beraber olmak istemediği birinin kolaylığının peşinde biri bile sığlığını ve derinlerine kök salmış yalnızlığını örtmek çabasındadır. Orada hakikatte olan, yapay örtülerle bir yere kadar örtülebilir. Kıç hep açıkta kalacaktır.

Başkalarının nankörlükleri ya da anlayışsızlıkları dolayısıyla şikayetlenmeyi bırakın. Kendinize anlayış gösterin ve başkasından umduğunuzu önce kendinize verin. Kendinizi kabul edin ve onaylayın - her durumda ve her şeyinizle. Çünkü çoğu zaman göremediğiniz şey şudur ki, sizde eksik olanı talep edersiniz. Eksiğinizle tamam olduğunuzu görmeden ne kadar biriktirseniz ve hatta dilenseniz de içinizdeki boşluk dolmayacaktır.

Bir tarafından baktığınızda içinde boşluk olmayan hiç kimse yoktur. Diğer ucundan baktığınızda ihtiyaçlarını başkasında boşluk yaratarak gidermeye çabalayan birinin kolaycılığı bile aslında sığlığını ve içindeki büyük boşluğu kendi gözünden kaçırma çabasıdır. Bu şekliyle sakındıkça, o göze o çöp batacaktır.

Hayatta karşımıza her kim çıkıyor ve nasıl bir deneyim bahşediyor ise bu, esasında kendimizden kendimize bir hediyedir. Kendimde olan ve fark edilemeyen, görünür olsun diyedir. Olan, bu anlamda daima kendimde olandır.

RÜYÂ BİTER

Sınırsız sayıda seçenek vardır ve bu daima böyledir. Velakin insan; her anında, bu sınırsız sayıda seçenekten, sadece bir tanesine gidebilir.

Sayısız koşullanma faktörü, iç içe geçmiş sayısız sebeple bir araya gelir ve hepsinin üzerinde anlayışımız oturur. İçinde bulunduğumuz koşullar ve eriştiğimiz anlayış düzeyine en uygun olan seçeneği seçmeye 'esasen' mecburuzdur. Bu mecburiyet bir hayırdır. Bu mecburiyet; kendisinin hediyesi olan, 'acı-tatlı deneyimler ve bunların idraki' aracılığıyla, daha derin bir anlayışın ve meyvelerinin hazırlayıcısıdır. Bu başka türlü olamaz. Bu minvalde ilk hareket, hareketin her merhalesi için kaçınılmaz olarak belirleyicidir ve kaderimiz o ilk hareketle beraber yazılmıştır. Her şey, başka türlü olması mümkün olamayacak şekilde, olmakta olduğu gibi olmaktadır.

Dolayısıyla hiç kimse anlayışından veya anlayışsızlığından ötürü, eksik, yanlış, kötü sayılamaz. Kişi ancak kendi anlayışına uygun olanın dışında davranmakla kendisini eksik, yanlış, kötü sayabilir. Ve kişi kendi anlayışına uygun olanın dışında bir davranış ortaya koyamaz. En fazla koyduğunu sanır ki, bu bile anlayışının derinliğine uygun şekilde gerçekleşir. Bu bağlamda sorumluluk, ilk hareketi başlatana aittir ve esasen yok sayılabilir.

Hür irade mi?

Hür irade, hareketin içindeki hareketsiz ve değişmez noktada saklıdır. Gerisi sadece hareketin türlü türlü şekillere bölünmüş hikayesidir.

Farkındalık; hikayesizlik, sessizlik, seçimsizlik, hareketsizlik demektir. Farkındalık; gözün, gördüğünde kendisini görmesi demektir. Farkındalık, hikayeyi unutup hikaye anlatırken unutulanı hatırlamak demektir. Farkındalık, gürültünün içindeki sükûnet demektir. Farkındalık, sınırsız seçeneğin içindeki seçimsizlik ve hareketin içindeki hareketsizlik demektir.

Son hareket, hareketsizliğin bütünüyle keşfine doğrudur. Tam orada - olmakta olan her şey, olmayı sürdürmeyi bırakır ve çözülür. Kader erir ve hikayeler silsilesi nihayete erer.

Hareket, başladığı yerde - hareketsizlikte - sona eriyor ise o halde ilk hareket, ancak cehalet olabilir ve hareketsizlik, unutulmuşu hatırlamaktan başka bir şey değildir.

İnsan aslında 'nasıl uyandığının rüyâsını' görmekte ve anlayış derinleştikçe rüyâ incelmektedir. Anlayış ise sonsuz sayıda farklı yoldan denize ilerleyen bir damla gibi varacağı menzile yazgılıdır. Kaygı, korku, endişe, hırs, heves ve arayış... Hepsi rüyâda kaybolmuşluktur.

Rüyâ biter.

Her rüyâ biter.

Ama hikâyeler güzeldir.




Hikâyeler, içindeki her şeyle beraber güzeldir.
Buna uyanan, rüyâdan da uyanır.

KÖLELERE ÇAĞRI

Mevcut sistem, modernize edilmiş bir "köle-efendi" ilişkisi şeklinde, eskisinden çok daha acımasız bir şekilde, kölelere köle olduklarını çaktırmadan ve hatta onların efendi oldukları zannını besleyerek ilerliyor. Efendi gibi gücümüz (paramız ya da bizden daha güçsüz olduğu için ezebildiklerimiz) var. En azından ihtimallere dair ümidimiz var. Efendiler gibi rahatça yaşama ve isteklerimizi gerçekleştirebilme hevesimiz var ve bu heveslerin gerçekleşmesi de çok mümkünmüş gibi duruyor. Hele de sistemdeki güçlü bir merkeze, cemaate, gruba katılıp onların gücünü de arkamıza alabilirsek.

Peh!

Bu sistemden özgürleşmek tamamıyla "iç referanslı" yaşamakla mümkün. Çünkü dış referans, sistemin manipülasyonuna kapılmak demek. Tamamıyla iç referanslı yaşamak da çok zor görünüyor. Çünkü o zaman da yaşamıyormuş gibi olacağını, yalnız kalacağını, hayatın tadını yitireceğini zannediyor insan.

Belki daha kolay olanı, sistemde korsanlık yapmak. O da kelle koltukta bir yaşam sürmeyi; belirsizliği, macerayı, belki kuraltanımazlığı sevmeyi gerektiriyor. Sizi böyle kimler sever ya da siz kendinizi ne kadar seversiniz - orası meçhul.

Çoğunluk için sistemin içinde, sistemin kurallarını iyi belleyip oyunu iyi oynamak da bir yol olabilirdi. Hem belki o zaman, bir kahyalık ya da bir küçük efendi rolü filan kapma şansı olurdu. Ama bir efendiye çok sayıda kahya gerekmez. Üstelik kolay olan seçenek - koyvermek ve boyun eğmek - daha maliyetsiz görünür kalabalığa.

Bir açıdan bakıldığında her biri ayrı dert. Diğer bir açıdan bakıldığında her biri ayrı bir oyun ve eğlence...

Diyeceğim o ki, nefesin yetiyorsa - tamamıyla özgürleş. Basit, hafif, sıradan ama incelmiş zevklerle yaşa. Mümkünse mutluluğu arama, kafaya da takma - yaşa işte. Her an, her nefeste orada olan ve her an bir sonraki nefesinde orada olmayabilecek kadar geçici olana bir etiket yapıştırmaksızın ve bir beklenti eklemeksizin...

DOĞRU – YANLIŞ

İnsanın eriştiği ve içinde bulunduğu bilinç düzeyine bağlı olarak doğrusu da eğrisi de değişir. Cahil aklıyla insana doğru görünen şey, cehaletinin yarattığı acıyla yüzleştiğinde artık yanlış görünecektir. O halde acı orada olduğu sürece yanlışı, doğru bellemektesin demektir. Çocuk aklıyla insana doğru gelen şey, biraz olgunlaştığında artık yanlış ve saçma olacaktır. O halde hamlık orada olduğu sürece yanlışı, doğru bellemektesin demektir.

İnsanın içinde olduğu bilinç düzeyi yükseldikçe, yani insan olgunlaştıkça sadece doğrunun ve yanlışın tanımı değişmez. Bir zaman önce yanlış görünen şey, tadı buruk ya da acı da olsa, aynı zamanda insanı olgunlaştırmaya yardımcı koşullar da yarattığından, doğrunun bir parçası olarak görülmeye başlar. Yani yanlış denilen kavram yavaş yavaş silinmeye başlar. Yanlıştan dönmek ve yanlıştan öğrenmek; yanlışı doğruya bağlar. Dolayısıyla dünün yanlışı bugünün muhtemel doğrusudur.

Yanlış fikri silindikçe doğru-yanlış ayırımının yerini, deneyim ve onun lezzeti alır. İnsan bu ayrımı yapabilir olduğunda, bazen cehaletin bir başka formuna saplanıp kalır. Nasılsa doğru-yanlış diye bir şey yok; o zaman keyfime göre takılayım – nasılsa her şey deneyim.

Doğru ve yanlış vardır – eğer arzu ve tercih var ise. Çünkü arzulayan “kendince’ bir kıstasa (doğru/yanlış cetveline) göre tercihte bulunuyor demektir. Yani “her şey deneyim, nasılsa yanlış bir şey yok” diyerek arzularının peşinde koşan kişi, diliyle söylediğinin henüz idrakinde değil demektir. Ektiği deneyimden ötürü biçeceği sonuç, acı olacaktır. Çünkü ‘acı, arzuyu izler’. Ve o acı da bazen dile gelenin, idrake de uğraması içindir.

Doğru ve yanlış var ise insan öğrendiği nispetinde, doğruyu yaşamaktan ve yanlıştan sakınmaktan sorumludur. Zira bilgi güçtür ve güç, sorumluluktur. Bu sorumluluk, esasen insanın kendi özüne karşı sorumluluğudur. İnsan kaldıramayacağı yük ile sınanmaz.

Doğru ve yanlış işlevsizdir – eğer arzular dinmiş ve tercihler yapmak yerine olana teslimiyet ve her durumda memnuniyet hali var ise… İşin ilginci bu da, söylendiği kadar kolay idrakine varılası bir şey değildir. Hastalık varken; ayrılık, ölüm varken; can acısı varken bile olana teslimiyet ve memnuniyet hali içinde kalabilmek her yiğidin harcı değildir. Hatta değil düşman, artık dost dahi seni incitemiyorsa ham meyve dalından düşmeye durdu demektir.

Doğru ve yanlış işlevsiz ise sorumluluk yoktur. Zira birlik oradadır. Kimse kimseye yanlış yapamaz ve kimse kimseye bir şey de veremez. Kim, kime karşı sorumlu olacak ki? Olduğum, hayattan ayrı değildir ve ayıracak biri de yoktur.

GİBİ

Yankısız ses gibi
Boşlukta düş gibi
Temassız dokunuş
Gölgesiz ışık gibi

Ölümüne sevmek ve var olana dek sevilmek gibi
Tekrar tekrar

Hiç kimseyi hiç kimse tarafından

Hatırla

İçimdeki küçük ben; acıyla tanışıp korkmayı öğrenmiş küçük, şaşkın ve bazen de hırçın bir çocuktur. Bazen başarısız ya da yetersiz olmaktan; bazen sevilmemekten, beğenilmemekten korkar ve hayata neşeyle katılmak yerine kenarda durmayı yeğler. İçimdeki büyük ben ise o küçük çocuğu sever, başını okşar, yeri geldiğinde otoriter ve fakat nazik, babacan bir üslupla kenara çekilmesini söyler. Çünkü içimdeki büyük ben, şarkı söylemek ister, yaşamın coşkusunu paylaşmak ister, oyuna karışmak ister. Kalbinin sesini duymak; içindeki büyük beni hatırlamaktır. Hatırla...

DUYABİLİYOR MUYUM?

Hayatımda bir şekilde memnuniyetsizlik varsa; var olmanın ıstırabı, derinde veya yüzeyde, az veya çok - orada ise; zaman zaman koşullara ve onların uzantısı olan her türden duyguya kapılıyor ve hatta yapışıyor isem; iyi ve kötü, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, o ve bu arasında bölünüyor ve bir ucundan çekerken diğerinden ittirerek 'tercihler yapıyorsam'; durmak zamanı durmak, coşmak zamanı coşmak zor geliyor ise; içsel bir neşe, yaşama sevinci ve enerji benden taşmıyor ise; seçimsiz, hesapsız, nedensiz bir paylaşım, cömertlik ve iyilik hali ile dolu değil isem; kendime yalanlar söylemeyi bırakmanın ve kabul etmenin zamanıdır; henüz tam olarak 'hakikatli' bir insan değilimdir ve duymayı beceremiyorumdur.

Tam olarak duyamamak; konuşan ister bir bilge isterse bir cahil olsun fark etmez, kimi duyamadığımdan bağımsız olarak; kendi zannımda, fasit dairemde, zihnimin sınırları içinde kayıp olmam, esaret içinde olmam anlamını taşır. Henüz, 'orada olana' uyanmış bir insan değil kendi zihinsel Dünyasının sınırları içerisinde ve tarihinin tekerrürü peşinde, rüya gören, kof bir beden olmam demektir.

Duyamıyor olmak; hakikatle aramda bir perde var ve ben an be an yenilerini ekliyorum demektir. Duyamıyor olmak; aslında ben, perdenin bizatihi kendisiyim demektir.

Duyamıyor olmak; cahilim ve hâlâ cehaletimle nefsime zulüm ediyorum demektir.

Duyamıyor olmak; gözümü, gelip geçici hazlara dikerek acımı görmezden geliyor ve onunla karşılaşmayı erteleyerek onu büyütüyorum demektir.

Duyamıyor olmak; aslında acıma alıştım ve artık onsuz olma ihtimali de görmüyorum demektir.

Duyamıyor olmak; ses veren dil ile işiten kulak arasına - zaman ve o zamanla beraber sayısız boş laf giriyor demektir. Duyamıyor olmak; aslında kendi dilim ile kendi kulağım arasında da sonsuz bir mesafe var demektir.

Duyamıyor olmak; bendekini bırakmıyorum, bırakamıyorum demektir. Duyamıyor olmak; var olmanın ıstırabını bendeki ile (artık o her ne ise) geçiştiriyorum demektir.

Duyamıyor olmak; ben konuşuyorum ve susmaya ne niyetim ne de hevesim var demektir. Duyamıyor olmak; dükkan kapalı ama ben alışveriş yapmak istiyorum demektir.

İnsan olmak çabası, soylu bir çabadır ve kendine her an sormayı gerektirir; "acaba duyabiliyor muyum?" Sorunun yanıtı 'hayır' ise ki, bunu süzebilmek büyük bir cesaret ister, o zaman tek bir meseleye odaklanmak gerekir - DUYMAYA.