31 Ağustos 2006

Oldum mu?

Oldum mu?

Kavgalarım bitti ve merkezime vardım mı?

Huzur buldum mu?

Herkesi ve her şeyi karşılıksız ve sınırsız sevmeyi öğrenebildim mi?

Sarsılmaz bir güvenle bütünlüğüme inandım;

daha da önemlisi kendimi teslim edebildim mi?

Kendime sahip olabildim mi; nefsime; elime, dilime...?

Doğru, dosdoğru bir adam olabildim mi en önce kendime?

Ağzımdan çıkan her sözü kulağım duydu mu?

Baktığım, el attığım her şeyde incelikli, duyarlı, şefkatli olabildim mi?

Olmakta olanın farkına varabildim mi; şu anda?

Kendimin farkına varabildim mi?


Benim oyunum bitti mi?
Kendi beyazperdemde, izleyebildim mi kendimi?
Yoksa hem yazıp hem oynamaya devam mı bugün de?

Açtığım binbir kapıyı,
Kilit vurup kendi üzerime,
Kör bir kibirle!
Yeniden mi kapadım bilmeden?

Cevabını artık bildiğim sorular için
Aramaya devam mı ediyorum hala?
Yoksa cevaplarıma bir onay mı
Aslında tek istediğim?

Nedir hala bu yapışkan endişe,
paçalarıma bulaşmış;
Nedir bu bazı kapımı çalan
başıboş arayış?

Hala izlerken
İçine de daldığım oluyor mu
pespayeliklerinin
Şu aptal kutusunun?

Yanlış yorumlanmış
Bir gerçek hikayesi daha mı
Bulduğumu bildiğim gerçek?

Hayır!

Hiçbirşey bilmediğimi bilecek kadar
Biliyorum bilmediğimi
Ve her şeyi bildiğimi bilecek kadar da
Biliyorum bildiğimi


Evet!

Ben; o efsanevi, ışıklar saçan, harikulade şehri, vazgeçmeksizin aramış kaşifim. Aradıkça anlamış bulundum ki, o her gün kendisinden yeni güzellikler yaratan, keşfedilesi, görülesi şehir de zaten benim.

Bulduğum da aradığım da her an değişiyor. İşte tam da bu yüzden; sonsuz bir arayış, sonsuz bir oluş, sonsuz bir bekleniş ve sonsuz bir kaybediş benimkisi. Ya da tam da bu yüzden belki; sonsuz bir boşluk ve sonsuz bir sessizlik hepsi.


Diyeceğim o ki;
Hasretim sınırsız;
vuslatım bitimsiz.

Doğumum, ölümüm;
Kopuşum, varışım bir.

Bilirim ki aslında
arayış da beyhudedir.

Eğrisi doğrusu; gerçeği yalanı;
olanı olmayanı bir.

Çünkü hasretim de vuslatım da
bendedir.


...................

Artık yetmez mi şu kadar ki;
Ben benim.

14 Ağustos 2006

Gerçek

Ne bir gelecek vardır beklenecek
Ne bir geçmiş, anmaya değecek
Benzersiz güzellikte, sınırsız enginlikte
Ve bugündedir gerçek.

Mutlu musun?

Mutluluk ya bir seçimdir ya da bir alışkanlık.

İnsan ancak daha fazla mutluluğu seçerek daha mutlu olabilir.

İnsan ancak mutluluk seçimini yeterince tekrarlayarak artık bu seçimi yapmasına gerek kalmadan da mutlu yaşayabilir. Ya da insan, mutlu olma alışkanlığını edindiği yollardan mutluluğunu terk de edebilir. Başka türlü söylemek gerekirse aynen mutluluk gibi mutsuzluk da; ya bir seçimdir ya da bir alışkanlık.

Ancak seçilen mutluluk ile alışılan mutluluk aynı mutluluk değildir.

Alışkanlıkla mutluluk hisseden insan, bir programı yaşamaktadır; bir mutluluk çemberi yaratmıştır kendisine ve bu çemberi otomatik olarak çevirmektedir. Buna belli düşünce kodlarıyla yaratılmış mutluluk ya da neden mutlu olduğunu kendine açıkladığın bir mutluluk da diyebilirsiniz. Oysa açıklama ya da mutluluk düşüncesi, mutluluğun kendisi değildir. Dolayısıyla otomatik olarak mutlu insan, otomatik olarak uykuda insandır. Aynen otomatik olarak mutsuz insan gibi o da düşüncelerinin karanlığında kördür. Tek fark; onun gülümsemesi gerekmektedir.

Seçilen mutluluk aslında seçilen bir mutluluk sayılmaz. Seçilen mutluluk; durmak, düşüncelerin kalabalığından sıyrılmak, olup biteni olup bittiği gibi algılamak; hayatın, akışın zaten mevcut olan mükemmelliğini ve bu mükemmelliğin bir parçası olduğunu hissetmenin doğal uzantısıdır. Seçilen mutluluk; kendisi mutluluktan ibaret yaşama teslim olmaktır basitçe. Aslında mutluluk dışında bir seçenek kalmaması durumudur. Yine de bu mutluluğu, seçilen mutluluk diye adlandırmamın sebebi (bazen kendiliğinden bir lütufla ya da mücadeleden yorulup teslimiyetle gelse de) başlangıcının çoğu zaman bir seçimle olmasıdır.

Seçim basitçe "durmak" seçimidir.

Buna mutluluğu aramayı bırakmak da diyebilirsiniz?! Gözlerinizi uzaklardan yakınlara çevirmek ya da - önünüze, şu ana, şu an aramanızı gerektirmeyecek kadar yakınınızda ve sizin olana. Zaten tüm mutluluk arayışları ve denemeleri mutsuzluk yaratır. Çünkü mutluluğu geleceğe öteler. Oysa şu an mutlusundur ya da şu an mutsuzsundur. Bunun dışında bir yerlerde ve zamanda mutluluk yoktur. Mutluluk denemesine girişmek ileride olmasını umduğun bir şey için (ve ileride diye bir zaman yoktur) şu an var olandan feragat etmektir. (ve şu an var olan dışında mutluluğu bulabileceğin bir an yoktur.)

Mutsuzluk, acı, keder, gam, elem? her ne varsa kaçmak istediğimiz; hepsi zaten uydurulmuştur. Hiçbiri var değildir. Onlara varlık veren, duramayan bizleriz. Endişeler yaratan düşünceler; amaçlar, beklentiler yaratan düşünceler; hatta hayaller yaratan düşünceler? hepsi ? hepsi birer örtüdür. Saf mutluluk seçeneğinin üzerini örtmeye yararlar hepsi. Örterler de.

Mutsuzsan hiçbir şeyin farkında değilsin; kayıpsın. Üstelik kaybettiğin şeyin de üstünde oturmaktasın. İşin daha kötüsü mutluysan da belki kayıpsın ve bulunma şansın daha zor.

En iyisi dur ve hiç olmamış olan örtüyü kaldırma. Hatta aklına bile getirme?

Daha anlaşılır bir açıklama istersen diyeceğim o ki; "Şu an bu satırları yazarken ben mutluyum." Ama şu an mutluyum diye düşünmek ve kendime mutlu muyum diye sormak (aslında "şu an bu satırları yazarken ben mutluyum" diye yazmak da) beni var olan mutluluğun dışına çıkartır. Çünkü önünde duranı aramak, önce onu görüş açının dışına itelemekle başlar. Benim bu satırları yazdığım ve senin bu satırları okuduğun an aynı andır. Mutlu musun diye sormalı mıyım? İyisi mi boş ver, hiç sormadım say ve "yaşa gitsin!".

Elindeki anın hakkını ver ve yaşa gitsin!