25 Aralık 2010
10 Aralık 2010
Hayatımın Özeti
07 Aralık 2010
20 Kasım 2010
Düş - Gör
Yeni bir düş gör
Yeni bir yola çık
Yeni bir kitap yaz
Yeni bir resim yap
Yeni bir nefes al
Yeni sözler söyle, yeni kulaklara,
Yeni türküler yak, gönül bağında,
Yeni bir bakışın olsun, kimsede görülmemiş
Yeni bir şey fark et, hiç fark edilmemiş
Yeni oyunlar bul, yeni oyun arkadaşları
Yeni değerler keşfet, yeni hazineler
Yeni gözlerle takdir et, tüm keşiflerini
Yeni cevaplar ver, eskimiş sorulara
Yeni sorular sor, cevapları verilmemiş
Yeni bir aşka düş, dibi görülmemiş
Yine bir aşka düş
Düş - gör
17 Kasım 2010
Hafiflesin Ruhum Diye
25 Ekim 2010
Kaplumbağa
24 Ekim 2010
Geçmişini Sev
Geçmişin en büyük engelindir. Çünkü geçmişinden şiddet yaraları duruyor kalbinde hala kanamaya devam eden. Geçmişinde kendini çok zorladın ve böylece açılmış ve henüz kapatılmamış bir çok dosya bilinçaltının en karanlık raflarında kaldı. Kabullenilmesi, anlaşılması, affedilmesi gereken binlerce anı var unuttuğunu sandığın. Sen unutmaya da sevmeye de zorlasan kendini fark etmez. Zorladıkça, sadece yeni ve daha derin yaraların olacak. O yaralar en olmadık zamanlarda acıtmaya devam edecekler. Eğer bugün bakamazsan içine dürüstçe ve anlayışının sevgisiyle - ne olduğunu bilemeden yüzünü hep ölüme döneceksin. Seni ab-ı hayatla beslemeyeni silmek, öldürmek isteyeceksin.
Geçmişini silme; geçmişini sev. Unutmaya çabalama, sırtını dönme ona; çünkü onun sana söyleyecekleri var ve sesini duyuramadığı müddetçe daha şiddetli bağıracak, daha çok kanatacak. Narin, kırılgan bir çiçeği sever gibi sev onu. Bu çiçeğin sana açılmasına izin ver. Yoksa elindeki hep diken yarası olacak. Yeniden anlamlandırmaya da kalkma başına gelenleri. Büyüdün o günlerden bu günlere. Geldiğin yer başka ise bakan gözlerin de başka olsun artık. Daha büyük bir yerden bak geçmişine ve ona yeni elbiseler de dikme. Bırak çıplaklığıyla önünde dursun. Ve yeni doğmuş bir bebeğe verdiğin şefkati kendi geçmişinden de esirgeme; o çıplaklık ve acz içindeyken. Geçmişini sev; sana bugününü verdiği için sev.
Bugün gözlerin anın hediyesini göremeyip geçmişin çöplüğünde eşelenmeye devam ediyorsa hala, Tanrı'yla kavgalısın demektir. Bir şeyler başka türlü olmalıydı diyorsun demektir. Kaderinden şikayetçisin demektir. Hayatın nasıl işlediğini henüz anlamıyorsun demektir. Annesi istediğini vermediğinde küsen ya da hırçınlaşan çocuklar gibi davranıyorsun demektir. Çocuk aklınla ve olanca cehaletinle, anneni cehaletle suçluyorsun demektir. Kabul et ki körsün. Gözünün önündekini görmüyorsun. Mevsimleri görmüyorsun. Hayatın döngülerini, inişlerini, çıkışlarını görmüyorsun. Kaosun ne işe yaradığını görmüyorsun. Acının sadist bir Tanrı'nın icadı olduğunu sanıyorsun. Kendi yarattığın acılara bakar kör iken hayatın acılarından şikayet ediyorsun... "Kabul; alıştım" dediğinde de körlüğünü tescillemekten öteye gitmiyorsun.
Geçmişini silme, geçmişinden kaçma, geçmişinden korkma, geçmişinle uğraşma, geçmişine kızma... Farzet ki geçmişin senin şefkatine emanet edilmiş kimsesiz bir çocuk. Sev o çocuğu. Sev ve onun kimsesi ol...
07 Ekim 2010
02 Eylül 2010
Renkler
Kırmızı neye tutkuludur,
Ve neden kanar durmadan?
Aklınıza geldi mi;
Mavinin ne geniş olduğu,
Ne sakin ve ne derin?
Sarı neden sıkılır bilir misiniz;
Nasıl olup da gülümser her daim
Ve uçar durmadan?
Nasıl da kucaklar yeşil
Ve nasıl da tutar ellerinden sabahın?
Peki neden böyle şefkatlidir
Ve neden hep kendinden verir?
01 Eylül 2010
UTANMALISIN
Vurun ki tava geldiğimde "aşkla" içimdeki cevher çıksın ortaya.
Ölüme en yakın yerde hayat taşar anın özünden. Çılgınca sevinçlere gebedir ıstırabın göbeği... Başka kanıt gerekir mi kâinatın delirdiğine aşkla?
Delirmelisin sen de artık. Yolunu çevirmelisin. Gitmemelisin aynı bilindik yollarda. İsyan etmelisin; köpürmeli ve taşmalısın kendinden. Oyunu bırakmalısın; oyuncakları bırakmalısın. Oyalanmamalısın. Aşksız geçen her anından utanmalısın.
Ölmelisin bir an evvel. Aşkla ölmek, ölümden geçmekmiş. Geçmelisin sen de ölümden. Aşkla gelen karmaşanın güzelliğinde yıkanmalısın. Ömrünü güzelliğe tamamlamalısın. Aşkla pişmek böyledir; yanlış bir şey gibi değil tam da hakkı verilesi bir şey gibi yaşamalısın.
Kelimelere dökmelisin kendini ve kelimelerini yakmalısın sonra.Duvarlara bağırmalı ve duvarlarını yıkmalısın sonra.
Hafiflemelisin. Bir şeye tutunan kendi olamaz ve kimse kendine tutunamaz. Aşkla tüm yüklerini atmalısın. Gözlerin iki çeşme ağlamalısın. Koyuvermeli, bırakmalısın.
Bırakmadan – kendini – bulamazsın.
Unutmadan – kendini – bulamazsın.
Hiçlik dünyasına kaybolmadan girilmezmiş. Öyleyse adını unutmalısın. Kimliklerini çöpe atmalısın. Çırılçıplak kalmalısın. Masumiyetinle kucaklaşmalısın. Kendini verip aşkı satın almalısın. Eğer kendini unutacak kadar çok sevebildiysen aslanı, açtığında ağzını, başını gönüllü uzatmalısın.
Aşk yakar. Ateşe hazır, küle razı olmalısın. Kendini kaybettiğin "an"a dönmeli ve döne döne o anda, aşkla yanmalısın.
Bin yıl da dilese ömürden ana kanar gönül.
Bin yıl da geçirse gurbette cana andır ömür.
27 Ağustos 2010
Aşk Hikayesi
Hepimiz bir aşk hikâyesiyiz; öyle olmak zorundayız. Zira gül, bülbüller ötüşmeden başında - güzelliğin ne bilir?
Kara toprağın, o ışıklı güneşe aşkının meyvesidir çiçek; o sert ve küçük tohumun kendisini açmış halidir. Tohum ise çiçeğin aşkla yanmış hediyesidir toprağa… İşte sırf bu yüzden sesim, sessizliğimin göz kırpışı ve sesim gülümsemesi gülüşümün.
Öz meyve verir yandıkça aşkla.
Herkes meyveye kanar ateşi görmez oysa.
Arı çiçeğin özünü tadar, aşkla kendinden geçer her bahar ve o özü kendinden geçirip yeniden doğurur aşkla. Aldığı ve doğurduğu arıya yeter. Ötesi, balda özünü tadanın (ya da tadamayanın) meselesidir. Kimin nasibiyse alır bu baldan. Kimin nasibinde yoksa da bir şey anlamaz; ne baldan, ne baldırandan.
Arıysan yaptığın, yapacağın baldır. Arı dediğin bal yapmayıp da ne yapacak? Aşk içindeysen; her halin, her sözün ve dahi bütün eserin aşktır. Arı değilsin artık hatta - balsın, bal. Ateşe dalan ışığa döner çünkü. Saf ışıksın artık nur... Nasıl ki annen sendeki ışığı daima aşkla görebilendir, artık annenin gözleriyle görür seni kâinat da – ışığın aşikârdır.
Kök salan uçabilir mi?
Kendinden kaçabilir mi?
Aşk ile yanmamışsa
Meyvesin saçabilir mi?
16 Ağustos 2010
30 Haziran 2010
Hayatım Roman
28 Haziran 2010
Kanatın Dünyayı
canlanın, titreyin ve sarsın Dünyayı –
kendinizden başlayarak...
... ki takılı kaldığınız karanlık uçtan
dengeye gelesiniz kalbinizde ışıkla...
Biliyormuş gibi duran kibirli ruhlar;
çatlatın, köpürtün ve kanatın Dünyayı –
kendinizden başlayarak...
...ki dilinizde donup, zehirli bir tat veren sevginiz
aksın hakikatle avuçlarınızdan...
22 Haziran 2010
Bilmem Ki
Hayat mantıklıdır. Yine de hayatın mantığı, insanın mantığıyla kavranamaz. Çünkü hayat çok boyutlu, sürekli değişen, durmaksızın ilerleyen bir film iken insanın hayatı anlama çabası tek boyutlu ve fazlasıyla durağandır. Buna rağmen insan, kare kare çözmek istiyor bu çok bilinmeyenli ve değişken bulmacayı. Üstelik bir şekilde anlamlandırmaya çabalarken hayatı, aslında güzelliğini de örtmüş oluyor bilmeden. Hem çözse ne olacak o da ayrı mesele; çözülmüş bilmecenin güzelliği mi kalır? Güzelliğin bir matematiği var elbet. Ama güzellik anlaşılmak için değil tadına varılmak içindir. Bir sanat eserine bakıp onu anlamaya çalışan, ya sanattan hiç anlamıyor ya da bakmayı bilmiyor demektir.
Belki de anlamamak daha çok şey öğretir insana. Mantıkla adım adım anlamaya çabalamaktan vazgeçebilse insan ve izin verebilse; sezgi ile çoktan kavrayacaktır belki. Bilmem ki…
Tek kanadı ile uçabilen kuş yoktur; sezgi de mantık da lazım insana... Ve tabii kendini her şeyi, sürekli olarak anlamaya zorlamamak da. Hem belki en iyisi hayata karışmak, hayatla birlikte akmak, değişmek, dolaşmak, gezinmek; anlamın ve daha da iyisi güzelliğin kendisi olmaktır.
05 Mayıs 2010
Aşk Denizi
Herkes kendi denizinde yüzer ve deniz, yine de tek bir denizdir.
İnsan içinde yüzdüğü aşk denizini sevmeli.
Eğer bu denizde var olacaksan yüzmeyi öğren ve unutma ki denizde fırtına varken yüzmek öğrenilmez. Hatırla ki iyi yüzücü suyla savaşmaz ve işin çoğunu suya bırakır.
Eğer bu denizde eğleneceksen sörf yapmayı öğren ve kendine bir tahta bul. Hatırla ki, dalga yokken sörf yapılmaz ve iyi sörfçü dalgaya hiçbir şey yapmaz; her şeyi dalganın yapmasına izin verir.
Eğer bu denizde bilmediğin sulara açılacaksan kendine bir gemi bul ve kaptanlığı öğren. Hatırla ki bu gemide akıl dümen, iman ise gemidir. İyi kaptan ise fırtınada dümeni bırakmaz; gemisini de asla terk etmez.
Yüzmek nefes; sörf denge; kaptanlık akıl işidir.
Hepsini öğrendiğinde - lezzetli bir rayiha olarak gönülde - dilediğin derinlere dalabilirsin artık.
16 Nisan 2010
Aşkla Pişmek
güneşi de.
Sade toprağı seven ağaç
kök salar sevdiğine,
sevebildiğince
ve onunla kucaklaşır önce.
Özgürlüğü seveninse
dalları güneşe uzanır
ve başı dönerek aşkla sarhoş
yükseklerde gezinir bir süre.
Sıcak yuvasından
başını kaldırıp ta
dal veremeyen
kör olur sevdiğinin koynunda
ateşi içinde kalır
kömür olur kapkara
Kök salamadan
özgürlük derdine düşen
rüzgara kapılır, kırılır
savrulur kendinden uzaklara
Ve veremeden aşkının meyvesini
Güneş'inden de olur.
Ve en çok
sevdiğine aittir insan;
kök verdiğinde de
dal verdiğinde de.
Nihayet seven
Sevdiğine kavuşur.
Ha toprak olur kavuşur.
Ha meyve olur kavuşur.
Ve aşkla pişmek
tam da böyle bir şeydir.
14 Nisan 2010
03 Nisan 2010
Kimdin - Kime Kaldın?
Bırak kendini!!
Düş kendinden uzaklara
Gümbür gümbür çağıldasın ruhunun yankısı
Adını hayat bildiğin sularda...
Sarhoş ol; bat karmaşaya
Vurgun ye - haykırarak acından
İsyan et arada bir istersen;
Sessizliğine Tanrının,
Can havliyle aşk dilen
Yabancı tenlerde gezin
Öyle çok aran ki kes ümidini bulmaktan
Sonra yeniden bırak
Uzaklaş - kendine
Ve hepsine yeniden bak;
Neredeydin nereye vardın?
Kimdin ve kime kaldın?
23 Şubat 2010
Sesten Nefesten Öte
Tenden, bedenden öte kim?
Zevkten, hevesten öte nesin?
Sesten, nefesten öte ne?
Bir söz isen kulağın nerede?
Bir göz isen görenin kim?
Bir can isen cananın nerede?
Canan sen isen sevenin kim?
Hayatlar boyu biriktir istersen kendini
Yüce bir yer inşaa et kendine, bir saray
Yine de göremezsen saadeti
Yak elindekini ve savur küllerini..
17 Şubat 2010
13 Şubat 2010
KAR
Ayrık dünyaları var ilişkinin, sınırları var; ben var bu yanda, sen var öte yanda. Nedir ki bir ilişki o zaman; kendine teğet yaşamak en fazla...
Hem nedir insan? Nerededir insanlığımızın sınırları? Bedenimizde mi? Düşüncelerimizde ya da algılarımızda mı? Nedir ki bir insanın kimliği? Ben dediğimde anlattığım ne? Sen dediğimde benden ne kadar ötedesin? Ben dediğim bir yanılsama; sahte bir kimlik; en nihayet köpük köpük uçuşup kaybolacak bir baloncuk değil mi?
Söylesene; baloncuk patlayınca ne saçılır her yana...
Baloncukların ritminde ve ahenginde ifadesini bulacakken sevgimiz, birbirinden bihaber, ayrık dünyalar gibi uçuşuyoruz oradan oraya. İlişki dediğimiz şey ise birbirine yapışıp ötekine izin vermeyen ve birlikte aşağı çöken iki baloncuğun hazin hikâyesine dönüyor: Ne ben sana ne sen bana
Kar yağıyor... Her kar tanesi kendi ritmiyle, istediği gibi hareket ediyor ve ilginçtir hiçbir tane ötekine yapışmıyor. Yine de müthiş bir uyum ve bütünlük içinde hepsi. Hiç acele yok. Hiç kavga yok. Hiç endişe yok. Sevginin dansı bu olsa gerek. Sonra hepsi buluşuyor çatıların, ağaçların, toprağın üzerinde. Birleşiyor, karışıyorlar birbirlerine; tüm yanlışları bembeyaz bir masumiyetle silercesine… Aşk ta tam olarak bu olsa gerek…
21 Ocak 2010
Yankı
Ve vur dibe.
İzin verir zira gerçek dost,
Gitmen gerektiğinde gidişine.
Bırak dost kalmasın yanında;
Dibin karanlığında kal öylece.
Sessizlikte kal
Sade kendinle.
Bırak görme ötekini,
İsteme, bekleme.
Öyle çok düş ki boşlukta
Ancak kendin tutabilesin
Kendini dipte.
Derinde saadetle kal –
Ki saadetin çıkarsın seni
Yeniden yükseklere.
Güzellik görmeye niyetliysen hayatta.
Dibin güzelliğini gör önce;
Ve dostunla dipte kucaklaş;
Tüm kâinat dostun olsun böylece.
Dost yankısıdır insanın.
Hiç bilmiyormuşum gibi
Dillendirdiğinde dost –
Zaten bildiklerimi
Ancak o zaman biliyorum;
"Bildiğimi."
Ben eksiksem dost kimi tamamlar?
Ben tamamsam artık düşman mı var?
17 Ocak 2010
Ver Yükünü Ateşe
Bir kanat çırpışında ensesinde olmak mı istiyorsun hayatın yoksa karınca adımlarıyla sürüklemek mi meselen; yorgun geçmişini sırtında? Hafiflemek istiyorsan; ver yükünü ateşe – yan aşkla.
Oysa sen korkuyorsun yanmaktan ve biriktirmeye devam ediyorsun hala. Belini büken, kamburunu çıkaran o külçeye "artık yeter" diyebilmek için daha kaç hayat biriktireceksin?
Kazandırdığından daha fazlasını kaybettirir yalan. Kaybettirdiğinden çok daha fazlasını kazandırır hakikat. Yalanını kaybet ne olur ki? Kazanırsın hakikati.
Sürekli konuşuyorsun. Çok konuşuyorsun… Gürültünden yakınırken bile gürültü koparıyorsun. Kurbanlık kuzular gibi meleşmeyi bırak artık; sus. Sözünle yeni bir hayat yaratıyorsun görsene. Sessiz kal; şu anda ve tüm sesleri önüne kat. Çobanı ol sürünün. Üfle kavalını ve şarkın yankılansın dağlarda. Önünde uzansın şehvetle akan nehirler gibi bütün evren.
Kuşa neden yavaş uçuyorsun, balığa neden hızlı yüzmüyorsun diye sorsan ne olur? Şairin başında beklesen, ressamın elinden tutsan ne karın var? Şiir aceleye gelir mi?
İster atı, ister aklı – neyi zorlarsan direnir. At kendinin sahibiyse ister koşar ister dinlenir. Ne karışıyorsun ki?
Anlamıyor musun hala? Sessizlik çabası da gürültü yaratır ve önemsizdir dilinin sessizliği. İnsanın içi sessiz olmalı en başta... İçinde sükûnet olmayanın sessizliği, fırtına öncesi sessizliktir – olsa olsa.
Tüm hayat, insanın kendisiyle hasbıhalinden ibarettir.
Sessiz kalma hakkını kullanırsan hayat biter; aşk başlar.
Ya aşkla kendini ver - sükûta eriş ya da sükûnetle kendine kal - aşka eriş.
…
Sen gel; ver kendini aşkla. Ver yükünü ateşe. Aşkla veren aşktan olmaz; korkma.
Merak etme; gelecektir O; yükünü bırakınca sen. Geldiğinde orada ol; hazır ol; canlı ol. Ama arama O’nu; bulamazsın aradığın yerlerde. Baktığın yerde değilsin ki; son noktası sensin bu cümlenin – sen. O yüzden aşk içinde O'l; kendinde O’l. An içinde kal; kendine kal. Kanatlanır süzülürsün; akarsın gönülden gönüle o zaman. Bin sevgilide yaşarsın da bir sevdiceğin olur o zaman.
10 Ocak 2010
Sade Suya Tirit
Hayatta sonlandıramayacağı çok fazla acı vardır insanın ve bu acıların varlığı, harika bir kaçış sağlar aslında insana;
“Asla çözülemeyecek acılar için hayata, Tanrıya ya da birilerine dilediğin kadar öfkelenebilir, küfredebilirsin”.
Hem böylece kendi acılarına hiç sıra gelmemiş olacağından onlarla yüzleşmekten de yırtmış olursun. O yüzden herkes hayatının, kendisinde en çok acı yaratan meselesi üzerinde dönüp durur. Ama pek az insan bu meseleyi fark eder, fark ettiğinde onunla yüzleşir ve çözmeye girişir.
Hayatta insanın canını acıtabilecek çok sayıda ve farklı derinlikte mesele vardır. Bunların bazıları beni bir başkasından daha fazla acıtıyor gibi görünür. Ama görüntü aldatıcıdır ve insanın kendini kandırmak için binbir türlü dolambaçlı yolu, hilesi vardır. Üstelik bir başkası bizim acılarımıza bizim uygun bulduğumuz gibi yaklaşmıyor diye onu sığ ya da duyarsız olmakla suçlayamayız.
Canı acıyan insan, acısına duyarsız olduğunu düşündüklerine karşı katılaşır ve ne kadar iyi niyetli olsa da yeni acılar yaratabilir bilmeden. Kimi belki bunu kelimelerle yapar kimi de topla tüfekle. Acının halkaları böyle büyür dalga dalga.
Acıya son vermek adına, daha çok güç kazanmak uğruna birileri savaşıyor her gün ve gücünü yeni acılar üzerine inşa edip pekiştiriyor. Kimisi bir düşmanla; kimisi yoklukla, fakirlikle; kimisi zulümle, adaletsizlikle savaştığını sanıyor. Ve ne ilginçtir; eğer öğrenebilirse tüm bu savaşlardan çok değerli bir şey kalıyor insana:
Savaştığın şeyin ne olduğu fark etmiyor, en nihayetinde; tek savaşın kendinle ve savaştığın şeyi büyütüyorsun sadece.
Savaştığın şeyi büyütüyorsun!
Savaşmayalım da kaderimize boyun mu eğelim ya da isyan edip intihara mı kalkışalım?
Elbette evet ve elbette hayır!
Pek öyle görünmez ama mücadelede mutluluk vardır; savaşmakta büyük tat vardır. Savaştıkça gücünü bileylersin ve vazgeçmediğin, kaybettiğini kabul etmediğin sürece de kendini var edersin. Zavallı olmaktansa SAVAŞ ve bir şey ol. İnsan, intiharını bile büyük bir amaca bağlayarak taçlandırabilir kendini. Hatta İNTİHAR ET varsa böyle bir amacın ve intiharını bile bir şahadete dönüştür.
Ama dikkat et; savaştıkça gücünü bileyler, güçlendikçe de kendini bir şey sanırsın. Oysa savaşın ötesine geçebilirsen ki bu sıradan insana anlaşılmaz gelir çok zaman; yenilmeyi öğrenirsin sadece, küçülmeyi ve nihayet hiç olmayı.
Hiç olduğunda biriktirecek bir güç de yoktur artık. Nerene saklayacaksın ki? Hiç olduğunda düşmanın yoktur artık; kim kiminle savaşacak ki? Hiç olduğunda bir ihtiyacın yoktur artık; kim isteyecek ki? O zaman hiç aklına getirmediğin, varlığından bile haberdar olmadığın bir kuvvet haline gelirsin, tüm savaşını külliyen bitirebilecek bir kuvvet: SEVGİ
Hak ararken ölmez, öldürmezsin o zaman; ama ne yapsan haktır; can katarsın. Pazar yerinde artıkları toplarken yüzünü saklamazsın o zaman; güzelliğinden utanmazsın. Tinerci çocuktan, esrarkeşten hatta katilden bile korkmazsın o zaman; korkuyla yaratılmış acıları silersin varlığınla.
Ama yok! Sen boş ver; bakma bana. Sade suya tirit bunlar; sıkılma boşuna. Savaş sen; devam et. Bük bileğimi, acıt içimi; eğer bir ben bulabilirsen buralarda.
06 Ocak 2010
Mutluluğunu İzle
Kalbim ıslanıyor her defasında.
"Hayat bu" deyip geçmek istiyorum.
Bir ses vermeden geçemiyorum.
04 Ocak 2010
Gökyüzü Kadar Büyük Olmalıyım
ve ilk kez açtım gözlerimi
Açtım kanatlarımı ve dedim ki;
"Gökyüzü kadar büyük olmalıyım."
Süzülürken teninde koyu sessizliğin
Boşluğun aşkıyla sarhoş olmalıyım....
Son nefesimi verdim
ve aldım ilk nefesimi.
Daldım dipsiz serinliğe ve dedim ki;
"Okyanus kadar derin olmalıyım"
Dönerken başım koynunda maviliğin
Tuzunun tadıyla köpük köpük taşmalıyım.