13 Haziran 2006

Alemde Bir Kayıp



Kendime yabancıyım
Ve sana da

Ve sen bana
Hem yabancı


Hem uzak


Kendimle ilişkimden, aynaya her bakışımda farklı bir ben görüp görmediğimden söz edeceksem eğer; hatta artık aynaya baktığımda, bir evvel baktığımda gördüğüm resmin/cismin biraz daha silik ve değerini yitirmiş karbon kopyasını görüp görmediğinden; kendime yabancı olduğumu kabul etmem gerek. Kendime yakından bakmakla, yıllardır elimin altında duran ve milyonlarca kez bakmış olduğum resme göz değdirmem arasındaki farktan bahsedeceksem eğer; alemde kaybolmuş bir zerre olduğumu itiraf etmem gerek.

Kendisine yüzeysel bakarken başka kime derinden bakabilir ki insan. Hepinizden özür diliyorum ey dostlarım, sevdiklerim, tanıdıklarım; size gerçekten bakamadım. Iskaladım hepinizi. Yanıbaşımdaydınız ama sonsuz kadar uzak durdum size. İnsan kendinde, kendisiyle var edemediği hangi ilişkiyi başkasıyla gerçekten yaşayabilir? Sanırım ben sizinle hiç gerçekten yaşamadım ve sizi de bende hiç yaşatmadım. Ve sanırım siz de benimle gerçekten yaşamadınız hiç ve beni de sizde yaşatmadınız.

Neden bu uzaklık diye sordum kendime ve cevap pek mutlu etmedi beni. Sanırım parçalanmış olduğumuzdan. Kendi içimizde bütün olmayı başaramamış olduğumuzdan. Kendi içimizde bile bir "sen ve ben" ya da "ben ve öteki" var iken dışımızdaki hiçkimseyi içimize alma şansımız olmadığından. Kendimizi herşeyimizle kabul etmeyi, sevmeyi, bütünlemeyi öğrenmeden herşeyi bölmeye devam etmekten kaçınamayacağımızdan.

Cam düşer de kırılmaz ya bazen ama parça parça çatlar ve her parça ayrı bir şey gösterir. Biz aynen böyle bölünmüşken hiçbir şeyi tam göremiyor ve bütün olan alemi parça parça algılıyoruz sanırım... Algıladığımız şeyin dışında bir gerçek olamayacağı düşüncesine kibire bulanmış bir şekilde bağlanarak üstelik...

Yanlış yere bakan doğrusunu göremez. Ama çoğu zaman da gören, gördüğünden vazgeçemez. Vazgeçerse kendisini sıfırlayacağını, yok edeceğini, öldüreceğini sanır çünkü. Seneca haklı sanırım; "bizim nasıl yaşanacağını değil nasıl ölüneceğini" öğrenmemiz gerekiyor. Bir şey öğrenmeye sonuna kadar kapalı gibiyiz oysa.

Bireysellik adına korkak mı davranıyoruz? Evet dememiz gereken şeylere evet, hayır dememiz gerekenlere hayır diyemiyor muyuz? Boşvermişiz ve endişe denizinde peşinde koşacak, uğrunda savaşacak değerli hiçbir şey bulamadan darmadağınık halde gezinip duruyor muyuz öylesine?.. Korku içinde ve ölesiye...

Korkularımızdı aynı anda bize yol gösteren ve kaçırdık mı hediyeyi? Korkularımız cehaletimizi yüzümüze vuruyordu çünkü. Korkularımız acı yaratıyor ve büyütüyordu. Ve ne kadar büyükse acı, onu yok saymak o kadar imkansızlaşıyordu. Bu yüzden her birimiz ayrı ayrı birer dram potansiyeli olduğumuz kadar ayrı ayrı birer kahramanlık potansiyeli de olduk. Kendine ve hayata yabancılaşma zincirini kırmaya aday bir potansiyel ve daha da fazlası belki. Kırabildik mi zincirlerimizi; açığa çıktı mı köşesinde bekleyen kırılgan potansiyel?

Ya yalnız yaşamak; fırlatıp atmak dünyayı bir tarafa ve yalnız ölmek? Dünyaya yabancı kalmak, kendine yetmek; bir başına, kendin olarak? Bu düşünce, çekici fakat aldatıcı bir tuzak oldu belki de, kara bir gölge gibi üzerimizde... Bir kaçış oldu dünyanın yükünden. Bu fırlatıp atmak istediğim dünya benim dünyamdı çünkü ve hiç başkasının olmadı. O bana bir ayna olmaktan ne azını ne fazlasını yapabilirdi. Ayna net, hava aydınlıktı da gözlerime inen sisi aralamak akıl edemediğim şeydi belki de...

Nefretim de sevgim de benim içinde ve en önce benim oldu daima. İçimde sevgiyi büyütüp sadece ona yer verdiğim anlarda nereye baksam sevgi gördüm. Ve içimde başka her neye yer verdimse ondan başka bir şey de göremedim bugüne kadar. Yine de paramparça oluşuma aldırmadan paramparçadır dünya diyebiliyorum utanmadan ve yine de akıllanamadım sanırım hala...

Kendine yabancılaşmaktan söz ediyorum. Tanımadan ancak bir yabancıdır o.