23 Ekim 2014

Yanlış Toprakta

Hiç kimse size bir şey yapmadı. Kim, her ne yaptı ise kendisine yaptı. Çünkü bu döngüsel ilerleyen ve herkesin ektiğini biçtiği yahut biçeceği bir hayat... Bir başkasının size 'kötü' bir şey yaptığını düşündükçe, siz, kendiniz için acı üreten bir şey yapıyorsunuz. Çünkü o size öyle davrandı; çünkü o size haksızlık etti; çünkü siz başka türlü davranılmayı hak ediyordunuz; çünkü size rencide edici şeyler söyledi... Aslında muhtemelen kendi değerinizi, sevilmeye layık olup olmadığınızı, belki neden onun kalbinde umduğunuz şekilde tercih edilen olmadığınızı sorguluyorsunuz...

Siz eskiyemezsiniz. Bedeniniz eskir, düşünceleriniz eskir ve bazen duygularınız da eskir. Ama siz bunlar değilsiniz. Kendinizi, geçici, eskiyen, ölmeye mahkum şeylerle bir tutuyorsunuz. Siz bunların hiçbiri değilsiniz. Siz yaşamın ta kendisisiniz. Akmak ve tazelenmek yerine kendinizi, olmuş ve ölmüş olanda tutarak direniyorsunuz. Bu şekilde içinizdeki yaşama, sırtınızı dönmüş oluyorsunuz. Sizi incittiğini düşündüğünüz kişi aslında size bir şans veriyor - ona tutunmak yerine hayatla beraber akabilirsiniz. Yeni düşünceler, yeni duygular, yeni bir hayat için kocaman bir alan var önünüzde daima. Ama siz, yeniden doğmaya korkuyorsunuz. Ve yanlış yere bakıyorsunuz. Suçlamak sizi bu korku ile yüzleşmekten kurtarıyor çünkü ve böyle davranarak hayatınızın kalanını değişmeden yaşamak konusunda çok da haklı olmuş oluyorsunuz. Enerjinizi bu şekilde verimsiz kullandığınız ve ölü bir hayale saçtığınız için anlamlı bir şey yapmaya mecaliniz de kalmıyor. Çalışmak, üretmek, paylaşmak, sevmek... Hepsi çokça enerji ister. Doğru toprakta doğru tohum sizi besler ve bereketiyle kucaklar. Yanlış toprakta yanlış tohum ise sizi, enerjinizi, gücünüzü tüketir. Tükeniyorsanız, toprağınıza ve ektiğiniz tohuma dikkatli bakın derim.

İYİLİĞİNDEN

Kavuşulur sanırsın
Hep iyiliğinden.
Oysa kimse yerinde durmaz
Akar da alem, aleme
Gün geceye kavuşmaz.

Uzanır beklersin
Ümit yakışır çünkü yüzüne
Sayısız ömür geçer
Döner ha döner de Dünya
Dün yarına erişmez

SEVDİĞİNE DÖNÜŞMEK

İnsan bir sorudur, bir sırdır, bilinemeyendir ve insanın hayatı, o sırrı arama ve yaşama yolculuğudur… Ya sevmek?

Sevmek varlığının bir cevaba dönüşmesidir.


Ömür, sorular ve cevaplar için kısadır. En nihayetinde nefesimiz sayılı. Hem kaç nefes aldıysak o kadar da vereceğiz. Almak hakkımızsa vermek de borcumuz. Nefes ömrün geçer akçesi, sevmek ise tek sermayemiz.


İnsan kendinden bildiğini sever ve ötekinden bildiğini sevmekte zorlanır. Sorun şu ki, insan kendini tümüyle unutarak bu âleme gelir. Hayat denilen bu oyunun, başlangıçta belki de tek bir vaadi vardır; oyunu sevmek.

Sevmek, canlı olma göstergesidir ve her neyi seviyorsak ona can katarız. Değil mi ki, sevmek hayat vermektir; sevildik ki hayattayız. Sevilmek varlık sahasına inmektir.


Elbette bu oyuna gelmenin de gitmenin de bir zamanı var… İnsan kendinde kaybettiğini illa ki kendisinde yeniden bulacak. İnsan zamanı geldiğinde, unuttuğunu hatırlayacak. O zamana dek işimiz, sevilerek var oluşumuzu, tüm var oluşu severek taçlandırmak. Oyundaki esaretimizi ise doğuştan hakkımız olan özgürlüğün hikayesi yapmak. Böylelikle kader çarkı da nihayete ermiş olacak...

Sır özetle şudur ki, ancak özgür insan, layıkıyla sevebilir… ve sevmek tek özgürlüktür.

Biliyorum; sen seversin ve “sevmek bu değil” derler; “sevebildiğim bu” dersin; “büyü” derler; “kalbim büyük” dersin; “kabın küçük” derler; “kabıma sığamıyorum” dersin; “haddini bil” derler… Ne derlerse desinler… Nihayetinde insan, sevebildiği kadardır. Sevdiğiyse hep kendisi kadardır.

O halde bir yerden başla; yağmuru sev mesela… Yağmurdan sonra toprağın, açken yediğin sıcak ekmeğin kokusunu sev… Kolaydan başla; masumiyetle bakan bir çocuğun, seninle oyun oynamak isteyen bir köpeğin gözlerini sev. Anne kucağını, gökyüzünün sınırsızlığını sev. Baba ocağını, dostun sarsılmazlığını sev. Eğer başlarsan ve sevmenin tadını alırsan; orada duramayacaksın. Er geç sevmek, tüm yaratılmışı, kendini ve yaratımını bütünüyle sevdiğin bir noktaya taşıyacak seni. Sevgili her yerde olacak ve tüm kabın, kalbin sevgiyle dolup taşacak.

Hayatın, akışın seni götürdüğü o nokta, her şeyin başlangıcı olan ve her şeyi mümkün kılan o nokta; korkunun, kaygının, beklentinin geride kaldığı o nokta – kaynağın sevgisi ile sevmektir. Değil mi ki hayatta tüm çemberler tamamlanır; ilk sebep her ne ise son sebep de o olacaktır. Su, ne kadar kire çamura da bulansa dönüp dolaşıp muhakkak kaynağına varacaktır. O halde kaçınılmaz yazgımız, kaynağımızı sevmektir.

Sevmek, kapıları içeri açmaktır. Ama işte sevmek var, sevmek var... Herkes kendini bir değişik seviyor. Kendine derinine yürüdükçe, herkes kendini yeniden seviyor.

"Yeni"; daha derinden ve daha inceden sevmek demektir. Yeni güzeldir; çünkü güzellik durağan değildir ve sürekli olarak 'yeni'lenir.

Güzellik en çok görenin gözündedir. Güzel görmek, fazlalıklardan fazlasını görmektir. Güzel sevmek, fazlalıklardan fazlasını sevmektir. O yüzden insan sevdikçe güzelleşiyor, dönüşüyor ve insan en çok da sevdiğine dönüşüyor.


Sevdiğine dönüşmek; karanlık perdeler aralanıyor demektir.
Sevdiğine dönüşmek; 'ben' sevdiğimde eriyorum demektir.
Sevdiğine dönüşmek; varım, canlıyım ve yaşıyorum demektir.
Sevdiğine dönüşmek; can, emanetine kavuşuyor demektir.


Sevildik ki, varlık sahasına indik; seviyoruz ve varlığımızın hakikatine yükseliyoruz. Aşk o sahadan tümüyle silinmiş olmaktır. Aşk; seven, tümüyle sevdiğine dönüştü demektir.

Hepsi

Alemi seyre daldım, alem bize dar imiş
Neye elimi atsam, içi boş hayâl imiş
Hepsi hepsi bir nefes, bir emanet can imiş
Söyle, çal, dinle, oku; hepsi aşikâr imiş

7

Yedi kez doğdum; yedi kez öldüm
Yetmiş kapıyı çaldım; çıkış nerdedir?

Dediler; unut.

Yedi bahar gittim; yedi bahar geldim
Yetmiş arife sordum; o yâr nerdedir?

Dediler; sûkut.

ÇOCUKLAR VE GECE

Karanlıkta bir çiçek açınca
Güzelliğe keser ortalık
Binlercesi gülümseyerek
Birbirine göz kırpar sanırsınız

Kayan yıldızlar arasında çığlık çığlığa
Işıklı bir bahçeye döner ortalık
Çocuklar ve gece eğlenerek
Mutluluk yağdırırlar sanırsınız

ÇIĞLIK


.
.

Sessiz bir boşluğa, bir çığlık düştü.
Boşluk o kadar çoktu ki, çığlık düş'tü.

.
.


.
.

Sessizlik de anlatır bir çığlığı
İçinin boşluğuna atılmışsa eğer.

YILDIZLAR

Yalnız ve mahzundurlar
Yaz yorgunudur onlar

Kayıp giderler ellerinden gecenin
Güne sürgündür onlar

Bir söner bin yanarlar
Aşka vurgundur onlar

Artık

Değil mi ki katil cinayet mahalline muhakkak döner
Bunu her kim başlattıysa, bu iş de onda biter.
Aşk ki ilk patlamaydı ve saçıldı âlem ondan öteye
Sevelim, birlenelim de artık - dönelim evimize

Acı - Korku ve Ötesi

Acı gerçek ve net bir geribildirimdir. Misal ateşe değersen canın acır. O acı sana "burada senin için bir sınır var ve yaşamını sürdürmek istiyorsan 'şimdilik' buradan uzaklaş." der. Yapmakta olduğun şey acı yaratıyorsa, hayat sana, "onu bırak ve başka bir şey yap; kısaca sana hizmet etmeyen düşünceni, yaklaşımını, hissiyatını, davranışını vs. değiştir" der.

Korku ise sanal, zihinde yaratılmış acıdır. Ateşten korktuğunda ona temas etmemiş de olsan zihnindeki acı deneyimi, ateşten uzak durmanı sağlar. Korku, canını acı gibi yakmasa da seni terbiye eder; yanlıştan döndürür; gereksiz riskler almaktan ve gerçek acılar yaşamaktan seni alıkoyar.

Acı da korku da insana haddini bildirir ve haddini bilmek, aslında 'güvenli sınırlar' içerisinde haddini büyütebilmek için fırsat yaratır.

Sorun, acı varken harekete geçmediğinde; düşünceni, bakışını, davranışını, durumunu değiştirmediğinde ve korku varken aklıselim hareket ederek ve meseleyi yeniden muhakeme ederek gerçekliğini sınamadığında ortaya çıkar. O zaman gereksiz acılar yaşar; seni incitemeyecek, aslında orada olmayan tehlikelerden korkarsın. Bu ölümün, yaşamdan çekilmenin ve vazgeçmenin başlangıcıdır.

İnsan yeterince uzun bir süre acıyla ve korkuyla yaşadığında, ona alışır. Hatta alışmakla kalmaz; acısı onun varlığının değişmez bir parçası, adeta kimliğinin bir uzantısı haline gelir. Bunca yatırım yaptığı ve gerçek muamelesi yaptığı korkusu ise gerçeğin ne olduğundan daha değerli olur. O zaman korkmadan yaşamak fikri, korkutucu olmaya başlar. Çünkü korkmadan yaşamak, artık bilmediği, hatırlamadığı bir şey olmuştur. Bu ıstıraptır.

Peki korku nasıl çözülür ve dağılır?

Korku, harekette tutunamaz. İnsan durdukça korku güçlenir ve kendini tekrarlamak da durmak sayılır. Hareket için ise temelde üç ana yol vardır ve her yol, kendisinden sonra gelenlere de yoldur aynı zamanda;

Ya dikkatini seni besleyen, iyileştiren şeye yöneltecek ve öz-disiplin geliştirerek zehirli döngüyü yavaş yavaş kıracak, an be an seni 'iyileştiren' alışkanlıklar inşa edeceksin ya adanabileceğin anlamlı bir bir yol, bir amaç bulacak ve güzelliğe hizmet edeceksin ya da kestirmeden - aşka düşeceksin - ve tüm zehiri tek seferde kusacaksın... Aşk olacaksın - Kendinden geçip O olacak; O'nun eli, sözü, dili, bakışı, nefesi olacaksın...

22 Ekim 2014

AHESTE

Telaşsızca dönse de Dünya
Hep en başa sarıyordu yaraları zaman
Hiçbir çaba yetmiyordu bu oyuna
Ve yine canı yanıyordu insanın

Anamın elleriyle okşadım; hırçın başımı
Öptüm o eller gibi; hasretimin ellerini
Babamın bakışıyla baktım; hüzne duran gözlerime
Sarıldım; çocukluğumdan kalan, ıssız gecelerime

Anlaşılan; çocuktular anam babam da ben kadar
Anlaşılan; anam babam kadar çocuktum ben de
Hayat büyütecekti koynunda bizi belki
Belki de biz, birbirimizin ninnisinde büyüyecektik -

Aheste aheste

Burayı Sevemeyişin

Zihnin bildiklerinden, sana içinden çıkılamayacak bir hapishane yapıyor ve aynı zihin, sana o hapishaneden çıkmak zorunda olduğunu, çabalaman gerektiğini, ama asla çıkamayacağını, bunun için suçlu ya da yetersiz olduğunu, başkaları olduğunu ve onların çıkabildiklerini ve daha bir sürü aptal saptal şey söylüyor...

Hatta zihnin sana, sınırlılık içine hapsedilmiş bir sınırsızlık olduğunu ve burada bu sınırlılığa mecbur bir zavallı olduğunu söylüyor. Sınırlılık haline isyan eden, yaralanmış, incitilmiş ve bunu kabullenemeyen bir zavallı... Buradan; bu eksik, hatalı, kötü Dünyadan yuvana kaçman gerektiğini söylüyor.

Oysa;

Belki buradasın çünkü bildiğin gibi değildir.
Belki buradasın çünkü geçmişini temizliyor ve kendine borcunu ödüyorsun.
Belki buradasın çünkü istemediğin bir yerde olmayı, mecburiyet duygusunu tatmayı ve aşmayı öğreniyorsun.
Belki buradasın çünkü incinmişliğinden çıkıp incinmişlere yol olacaksın.
Belki buradasın çünkü beklenmedik güzellikler onları beklemezken seni bulurlar.
Belki buradasın çünkü burası 'senin Dünyan' ve içinde reddettiğin parçalarını temsil ediyor.
Belki buradasın çünkü eksiğini tamama erdiriyorsun.
Belki buradasın çünkü kendine yönelen bir şefkati daha derin bir anlayışla var etmeyi ve paylaşmayı öğreniyorsun...
Belki buradasın çünkü bilmediğin ihtimallere açık olmayı deneyimliyorsun.
Belki buradasın çünkü tek bir ihtimal yok.

Belki de sadece buradasın - hepsi o...

Burayı sevemeyişin buradaki kendini sevemeyişinden başka bir şey değil bana sorarsan.

Aşk

Aşk bir sessizliktir, bir iç çekiş,
Büyük patlama öncesi -
Yaşamla ilk göz kırpışma

Aşk bir çığlıktır; bir iç kanama;
İntiharın eşiğinde -
Ölümle son çarpışma…

Kendine Yeten

Kendine yetemeyen, beklenti kurar.
Beklenti kuran, hayal kırıklığını çağırır.
Hayal kırıklığı, gerçeği görme fırsatıdır.

Kendine yeten, hayal kurar - beklenti kurmaz.