23 Aralık 2009

Gölgemi Gölgeleme


Tüm sorular gölgeye aittir.
Kelimelerden geçen tüm cevaplar da...

Gölgemi gölgeleme;
Işığıma karış.

Sev sadece ...

Sesimi sev;
Sessizliğimi sevdiğin kadar.

Öfkemi sev ...
Dinginliğimi sevdiğin kadar.

Beni sev ...
Kendini sevdiğin kadar.

Kendini sev ...
Sevildiğin kadar.

Sesimi sesine kat benimle konuş
Sessizliğim ol halime karış

Öfkeni al öfkemle yarış
Dinginliğimi al kendinle barış

Beni sev ...
Kendini sevdiğin kadar.

Kendini sev ...
Sevildiğin kadar.

Sadece sev.

22 Aralık 2009

ŞİİR GİBİ SUS

Hakikatin kelamı tek, anlamı ise katmerlidir ve anlam, sözü işiten kulağın olgunluğunca kendini ortaya koyar.


Dil anlamı aktarma çabasıyla doğar ve araç, anlamı aktarmaya çalışırken ne kadar iyi niyetli ve mükemmel olursa olsun aslında onu anlattığı kadar da örter. Çünkü harita arazinin, "yemek" kelimesi de yemeğin kendisi değildir. O yüzden kelimelerle meseleyi anlamak, anlamaktan çok ıskalamaktır. Zira ne laf, açın karnını doyurur ne de harita başında, savaş kazanılır.

Dil manayı dümdüz anlatırsa onu soğuk bir duvarla örter. Dil manayı en açık, “gizemle süsleyerek” anlatır. Çünkü gizem, manayı kelimelerin matematiğinden çıkarıp kendi içinin derinliklerinde aramaya götürür insanı. Gizemsiz dil iticidir, çirkindir; detone söylenen boynu bükük şarkı gibidir onunla aktarıldığında mana.

Söz değil mana kutsaldır. Sözü zihin, manayı kalp duyar. Ve mana daima; sözü çevreleyen sessizlikte yatar. Manayı duyan, yaşayan, söz istemez artık; örtü istemez. Şarkının kendisi varken yankısını istemez. Bütün "kutsal" insanlar sessizdir o yüzden ve sükûnet taşar her hallerinden.

Bir kuş olup
Şakımayacaksan eğer
Bırak ötsün kuşlar

Bırak suyu kendi halince
Su olup
Akmayacaksan eğer.

Ağacı, gökyüzünü, güneşi...
Kirletme kelimelerinle.

Bir ad koyarak öldürme
O masumun çocukluğunu.

Bir şair ol olabilirsen.
Sözün bile sessiz olsun;
Gürültüsüz…

En sessiz insanlardır şairler.

Şiir gibi yürü,
Şiir gibi konuş,
Şiir gibi bak,

Bir şiir ol hatta.

Ve en çok da şiir gibi sus!
Susabilirsen...

14 Aralık 2009

Yanlızlık


Hangisi daha çok yalnızlıktır?

Seveninin olmaması mı; sevdiğinin olmaması mı daha çok yalnızlıktır?

Etrafta başkalarının olmaması (tek başınalık) mı; başkalarının olması ama seni görmemesi ya da duymaması (başkalarının duyarsızlığı) mı daha çok yalnızlıktır?

Başkalarının seni görüp, işitmesi ama ses vermemesi veya görmezlikten gelmesi (başkalarının kayıtsızlığı) mı başkalarının seninle konuşması, sana bakması ama anlamaması (başkalarının anlayışsızlığı) mı daha çok yalnızlıktır?

Başkalarının seni anlaması ama duygularını paylaşmaması (başkalarının şefkatsizliği) mi bu başkalarının senin en sevdiklerin olması (başkalarının miyopluğu) mu daha çok yalnızlıktır?

Başkaları mı başkaları yanılgısı (aşksızlık) mı daha çok yalnızlıktır?

07 Aralık 2009

Güzellik = Güç

Güç aşağı çeker. Bilek bükmek için savaşanın bitmek bilmez savaşı. Üstünlükle attığın her adımda zayıflarsın bu yüzden. Gücünü kullanmayacak kadar da güçlü müsün?

Güzellik yüceltir. Tatlı bir şarkıysa gönlüne her ah, asaletle kalpleri birbirine yaklaştıracaktır savaşın. Gücüne güzellik de katacak kadar yüce gönüllü müsün?

21 Kasım 2009

İnsan Kendisiyle Nasıl Kucaklaşır?

Tohum çamura batmadan filiz vermez.
Filiz kökü derine inmeden yükselemez.
Rüzgar ne kadar kuvvetli eserse kök o kadar derine iner.
Kök ne kadar derine inerse gövde de o kadar yükselir.
Gövde yükseldikçe dal kökünden uzaklaşır.
Yaprak nefes almasa ağaç can bulamaz.
Gün bahara ermeden can çiçek açamaz.
Çiçek arıya öz vermeden arı çiçeğe konmaz.
Çiçek arıdan öz almadan özü meyveye dönmez.
Meyveye ışık değmeden meyve olgunlaşmaz.
Ham meyve daldan düşmez.
Olgun meyve dala kalmaz.
Meyve daldan düşmeden tohum çamura batmaz.

05 Kasım 2009

Çark

Binlerce kere de doğsan yeniden
Şu an'ın içine yuvarlanacaksın.
İnandığında iyiye - yine vurulacak,
Unuttuğunda unutmak istediklerini -
Tekrar yaşayacaksın.
Kaçtıkça celladından - yine karşılaşacaksın.

Bu Onun sessizliği...

İyi, kötüde can bulan
Hatıra, gelemeyen-çağırılan
Varsa bir ümit, eldeki an
Cellat aşk;
Yok idamdan kurtulan

Bu Onun sensizliği…

28 Ekim 2009

Masal


Adem ile Havva, Tanrının cennetinde mutluluk içinde ve “bilmeden” yaşıyorlarmış. Fakat özgürlüklerini kullanıp yasak olanı seçince önce elmayı sonra ayvayı yemişler. Kendilerine yasaklanmış olan "bilgi" ağacının meyvesini yemiş ve cennetten kovulmuşlar.

Aslında insanın elmayı yemekten başka yapabileceği hiçbir şey de yokmuş. Çünkü insana “O” nefes vermiş ve meleklere de insana secde edin demiş. Özgür olan insan, sadece verilenle, öğretilenle yetinemezmiş; merak etmek onun doğasıymış ve eğer özgürse sınır kabul edemezmiş. Zaten bu yüzden melekler ona secde etmeliymiş.

Böylece insanoğlu yasak olana cüret edip “bildiğinde” iyi ve kötü doğmuş. Ardından da yargılama, kötüleme ve kibir. Ve tabii suç ve ceza da.

Ve "O" tüm bunları zaten biliyormuş.

(“O” her şeyi bilendir ve “O” yine de birdir.)


Bilmek ilk günahtır.
Bildiklerinse son perde.
Perdeyi yırtamıyorsan
Bilmek yüktür sadece.

İnsan bildiğinde biri iki yaptı. Ayrılış böyle başladı. Bir bilen ve bir de bilinen ortaya çıktı. Bir gözlemleyen ve bir de gözlemlenen. Adem cennetten değil aslında hakikatten kovuldu ve sisli bir aynaya hapsoldu. Aynadan cennetine dönüşü için bilmekten, (aslında kibirden) geçmesi gerekiyor... Ama zor geliyor ademe bu. Çünkü dünyaya bakınca hem sahtelik ve acı hem de heyecan, zafer ve alkış görüyor. Sadece acıdan kurtulayım alkış devam etsin dediğinde acıyı tazeliyor.

Yargılamadan, değerlendirme yapmadan, kınamadan yaşamak cennette yaşamaktır. Bilmeden bilmek O’na karışmaktır. Bilmek O’ndan ayrı düşmektir. Bu yüzden bilmek aslında tek günahtır.

İnsan iyiyi kötüyü unutmak için aşık olur.

İnsan tüm bildiklerini unutmak için aşık olur.

21 Ekim 2009

"O"


İçerdeki ve dışarıdakidir O.
Hiçbir yerdeki ve her yerdekidir.
Bilinen tek ve bilinemeyecek tektir O.
Sevgilidir ve sevendir.
Gönlün hasreti ve vuslatıdır O.
Âşık’ın derdi ve sevincidir.

O'nda olmayan yoktur.
O olmayan YOK'tur.
Yokluk O'nsuz olmaktır.
VARLIK O’na dalmaktır.

Anda O'nda olmaktır – ibadet
"An" içinde O'nu "an" öyleyse

Aşk içinde "olmak"tır – ibadet
“Aşk” içinde O’na “kan” öyleyse

Yaşadığın her şey
Cevabıdır O'nun sana
İçinde hayır olmayan bir şey
Hiç olmadı O’ndan yana.
“Ben” nasıl görmek ister ise
Öyle görmek ister “O” da

O’nun dileğidir; Ben’in dileği
Gönlünce dile öyleyse

O’nun sözüdür Ben’in sözü
Bir güzel söz söyle öyleyse

Beni bana veren de "O"
Beni Ben'den alan da.
Her daim dosttur “O”
Dostluğu kaybedilmez asla.

"Ben" ben’den sıkılıp koyulunca yola
"Ben" ben’den soyunup varınca "O"na
Sureti yırtıp çıkınca asıl meydana
BEN'de görünür artık “O”nun varlığı da.

14 Ekim 2009

Hayatla Bir Nefes


Hayat her daim esnektir ve belki de evren, genişleyip daralan bir boşluktan ibarettir. Hatta kim bilir, belki evren de aslında insan gibi nefes alıp vermektedir. Değişmeyen şey, hareket ve hareketsizlik arasındaki sonsuz nefes alış verişidir; doluyla boş arasındaki akıştır. Değişen şey ise her alış-verişle yeni güzelliklerin evrene saçılmasıdır. O yüzden bir akordeon gibi hayatla bir nefes esneyebilmeli insan. Ve kim ki esnemeyi beceremez, hayat esnerken o sıkışır kalır; kaskatı kesilir, büzülür ve bozulmaya başlar.

Kim ki alış-verişte sıkıntısı vardır esneyemez. Almalı ve vermeli insan oysa – verebilmeli ve alabilmeli. Dostlar alış-verişte görmeli. İnsan hiçbir şeyi kendinde ve kendini hiçbir şeyde "tutmamayı” becerebilmeli.

Alış-veriş zenginleştirir insanı, akış büyütür ve güzelleştirir. Güzelleşen insan kaçınılmaz olarak hayatı da güzelleştirir. Dünyaya bakıp güzel hayatlar gören insanların, kendisidir güzel olan, tam da bu yüzden…

Kimi insan esnemekten korkar ve kendini tutar. Ne başka gönüllere akar ne de başkaları onun gönlünde akacak yer bulur. Böyle insanlara, tek başınalık yeter görünür.

Kim ki tek başınalık yeter, kendinden yer.

Su gibi olmalı oysa insan; kabından taştıkça, aktıkça arınmalı; ferahlamalı. El vererek, can vererek, kendini vererek; ferahlamalı. Kendini tutan insan, kendindeki güzelliği de örter korkularıyla ve bir süre sonra artık ne kendinde ne de dünyada bir güzellik göremez olur.

Kimi insan esnemekten korkar ve bir meselede; ilişkide, parada, engelde tutulur kalır. İnsan eksiğinin tutsağıdır oysa. Ve insan her neye yapışmışsa artık onun bir parçası olur. Bağımlıdır artık. Böyle insanlara kendileri asla yetmez. Mesele hep “kendilerinin yakasını bırakmayan” öteki olur.

Kim ki kendine kendisi yetmez, yeten bir şey de göremez.

Eksiği meselesini büyütür sürekli. Böylece zamanla her şey aşılamaz meselelere dönüşür. Böyle insan hep kendi etrafında döner durur ve meseleyi dışarıda sanır. Okyanus gibi olmalı oysa insan, kabı geniş olmalı, büyüklüğünün farkına varmalı ve tüm kirleri kendi derinliğinde çözmeli, arındırmalı… Kucaklayarak, sarmalayarak, eksiği tamamlamalı. Kendini, eksik olanda tutan insan, kendindeki güzelliği değil eksik olandaki yetersizliği görür ve bir süre sonra yeterli bir şey de göremez olur hayatta.

Esneyebilmek için cüret edebilmeli insan. Bulunduğu yerden bir adım öte yana kıpırdayabilmeli. Denemediğini deneyebilmeli; söylemediğini söyleyebilmeli. Bundan bir şey çıkarıp çıkardığıyla geri dönebilmeli. Ve tüm bunları görev hissiyle, mecburiyetten ya da ihtiyaçtan değil; zorlamayla hiç değil suyun akışındaki doğallıkla yapabilmeli.

Ve elbette kendine yetebilmeli insan. Arayış ve çabalamaya da ara verebilmeli. Ve her arada görebilmeli ki nasılsa bir gün kendisi kendisine yine yetmeyecektir. Yine yeni güzellikler saçmak için evrene, bulunduğu yeri terk edecektir.

01 Ekim 2009

Gülün Dikeni Var

İnsanın doğal hali mutluluktur ve insan aslında daima mutludur. Ama bunu her an duyumsamayabilir. Çünkü insan genellikle korkularıyla mutluluklarını örter. Sonra da sadece yüzeye bakıp başka bir şey olmadığı hükmüne varır.

Gül koklayayım derken insanın eline diken batar bazen. Ve insan gülden korkmayı öğrenir. Korku dikeni bilmemekten, (cehaletten) ve bunun sonucunda acı ile tanışmaktan gelir. Bilmediğimiz, (aslında hatırlayamadığımız) kim olduğumuz ve hayatın ne işe yaradığıdır. Hayatta kalabilmek, ihtiyaçlarını karşılamak derdiyle çabalarken acıyla tanışır ve yanlış yapmaktan korkmayı öğreniriz. Bir yandan gülü ister bir yandan acısından kaçarız. Çelişki de burada başlar; yanlış yapmadan doğruyu bulamazsın doğruyu bulamadan da hala cahilsindir ve acı deneyimler yaşamaya ve mutluluğa örtü örtmeye devam edersin. Aslında dikeni eline hep kendin batırırsın.

Ayrılık acısı dikenin acısıyla, gülün aşk vaat eden kokusu alışılmışın rahatıyla çarpışır. Aslında acıyla çakırkeyif yaşayan ve mutsuzluk edebiyatı yapan insanlar bile mutludurlar. Çünkü insan mutluluktan başka bir şey seçemez. Fakat cehaletle yapılan seçimin getirdiği mutluluk bir balondur ve dikeni içinde kaldığından balon illa ki patlar. Beyaz çarşafın üstündeki kara leke gibi bir şey hep rahatsız eder. Nihayet mutsuz olduğunu idrak ve kabul noktasına geldiğinde bu kez sorumlu davranmanın ve eylemin mutluluğu, eylemsizliğin ve sorumsuzluğun yarattığı mutlulukla yer değiştirecektir.

İnsan ne kadar da tam olduğunu ve hayatın ne kadar da mükemmel olduğunu görebildiği her an mutludur. Göremediği her an aramakta ve aslında hiç olmamış eksiği tamam etmeye çabalamakta ve tam da bu yüzden mutsuzluğunu yaratmaktadır.

Aslında hayat o kadar mükemmel ve mutluluk doludur ki insana ondan daha mükemmel bir şey çıkarma imkânı sunar ve cehaletine rağmen kendi yolundan gitmesine izin verir. Hafızasını tazelemesi ve kim olduğunu hatırlaması için…

Aşkı sual etme benden, yanarsın.
Gülistan bekler iken dikenliğe dalarsın.
Yapma, etme cancağızım sen ağasın, paşasın.
Dilenciyle döner sonra, çöplüklerde yatarsın.

07 Eylül 2009

Elma

Ben meyvenin her türlüsünü severim. Eşim de sever ama benim kadar düşkünü değildir. Yine de tüm meyveler içinde elmayı, eşim kadar kimse sevemez herhalde. Elmayı çok seven eşim ise elmanın yeşil ve ekşi olanını pek sevmez. Gelin görün ki ben de ona bayılırım. Ben aslında tüm meyvelerin ekşi olanlarını daha bir fazla severim. Geçenlerde kızım sordu; “baba sen neden ekşi seviyorsun?” Çok düşündüm; işin içinden çıkamadım. Acaba ben neden yeşil ve ekşi elma seviyordum? Ekşinin özel lezzetini bir şekilde bendeki ekşiye özel bir dil algılayabildiğinden filan olabilir mi acaba?

Bazen elmanın yeşilini çok sevdiğimden eve meyve alacağım zaman sadece yeşilinden aldığım oluyor. Eşim bu duruma çok bozuluyor. Onun sevdiği elmadan – ki o tatlı ve sulu olanlarını sever – almadığımdan bencilce davranıyormuşum. (Çok hak veriyorum aslında ona.) Ama sanırım çok sevdiğim yeşil elmadaki o özel lezzeti – çok sevdiğim – eşim de alsın istiyorum tamamen bilinçsizce. Ve tamamen iyi niyetle ona haksızlık ediyorum. (Ve genelde bunu anlatamıyorum:) Bilemiyorum, belki de eşim haklıdır; sevdiğim bir şey söz konusu olduğunda gözüm başkasını pek görmüyor olabiliyor. Belki itiraf etmem gerek ben aslında “bencil” bir insanım.

Şimdi durup dururken aklıma geldi, aslında Asya bana “baba sen neden ekşi seviyorsun?” değil de “baba sen neden beni seviyorsun?” deseydi de aynı anlamsız bakışlarla bir açıklama yapmakta zorlanırdım herhalde. Çünkü ben kızımla karşılaştığım ilk andan beri onu sonsuz bir sevgiyle seviyorum. Çok düşündüm; işin içinden çıkamadım. Acaba ben – ki aslında tüm çocukları severim; neden özellikle bu çocuğu bu kadar çok seviyorum. İnsanın aklına hemen “E çünkü bu çocuk ‘benim’ çocuğum” cevabı düşüyor. Yok yok, hayır; bu öyle bir şey değil. Nedense bende bu şekilde çalışan bir mantık pek olmadı hayatta. “Benim” kelimesi bana pek fazla bir şey ifade etmedi hiç. Ona emek vermekle, yakınında olmakla ve daha birçok mantıklı sebeple de hiç ilgili değil. İşin mantığa bağlanamayan tarafına bir cevap bulamıyorum. Acaba ben neden Asya’yı böylesi çok seviyorum? Ondaki o apayrı güzelliği ve olağanüstülüğü bendeki ona özel göz görebildiğinden filan mı acaba?

Yurtdışına ilk çıktığımda fark etmiştim; benim “Türk” insanına, memleketime, ülkeme, bayrağıma duyduğum sevgi de aslında mantıklı birçok sebebin ötesinde. Normal şartlar altında öğrenilmiş bir sevgi gibi duruyor ilk bakıldığında. Ama bir yanım “öyle değil” diyor. Çünkü mantık ve vicdanla giderseniz, sevmekten çok kızacağınız veya yadırgayacağınız taraflar da ortaya çıkacaktır. Mantıkla sevilesi her şeyin mantıken sevilmeyesi bir tarafı da var çünkü.

Aslında ben hep “ötekileri” de sevmişimdir ve “ötekilerin” benim o kadar da ilgilenmediğim birçok şeyi sevmesini de. Yine de benim bu kadar çok sevdiklerimi onların neden bu kadar sevemediklerini anlamakta güçlük çektiğim de olur bazen. Ve bunun da bir mantığı olmadığı gibi sanırım olmasına gerek de yoktur.

04 Eylül 2009

Bal


Arı özünden güzellik diler.
Çiçeğin özünden güzellik taşar.

Kul murada erdiğince - aşk ile,
Güzelleşir; zehiri bal yapar...

27 Ağustos 2009

Ümitsiz AŞK


Işık;
aşkı karanlığın.
eksildikçe yakınlaşır
ve bir gün

"yok"

olduğunda tamamen!
erer vuslata.
.
.
.
"Hiç" "yok" "olur" mu?

26 Ağustos 2009

Sevgi Gözetir - Aşk Delirtir II


“Gün Titriyor Avucumda”

Karanlık ışığa çıkmak ister.
Gün eksiltir.

Gün sevgiden
Işık aşktan

Haddini bilmek sevgiden
Haddinden fazlası aşktan

Kabuk sevgiden
Kabukları kırmak aşktan

Çizgi sevgiden
Çember aşktan

Altını çizmek sevgiden
Altında kalmak aşktan

Üstünü çizmek sevgiden
Taşmak aşktan

Yükselmek sevgiden
İçine düşmek aşktan

Gidiş – geliş sevgiden
Dönüş aşktan

Kaybetmek – bulmak sevgiden
Aranmak aşktan

Öteki sevgiden
Beriki aşktan

Yakan canan sevgiden
Yanan can aşktan

Kabuk sevgiden
Yara aşktan

Renk sevgiden
Cümbüş aşktan

Hepsi – belki sevgiden
Kesinlik aşktan

Mesele sevgiden
Meseli aşktan

25 Ağustos 2009

Amor Fati


Şans gerçekleşme olasılığı düşük bir şeyin gerçekleşmesidir.

Gerçekleşen düşük olasılıklı şey onu yorumlayana göre iyi bir şey ise buna onu yorumlayan kişi "ne şanslıyım" diyerek tepki verir. Piyangodan büyük ikramiye kazanmak gibi...

Gerçekleşen düşük olasılıklı şey onu yorumlayana göre kötü bir şey ise buna onu yorumlayan kişi "ne kara talihim varmış" diyerek tepki verir. Kafana saksı düşmesi gibi…

Ve şansa dair yorumlar zamanla, durumla ve daha bir çok şeyle değişir. İkramiye çıktıktan sonra hayatının altüst olması ya da kafana saksısı düşen hanımefendinin hayatının kadını olması gibi. İşte bu yüzden hayatta şans diye bir şey vardır ancak şanslı olmak ya da şanssız olmak diye bir şey yoktur.

Sürekli şanslı ya da sürekli şanssız olmak diye bir şey ise hiç yoktur. Çünkü 1000 defa da zarlar ters gelse 1001. defa istediğin şeyin gelmeyeceğini garanti edemezsin. Yani zar atmaya daima 0'dan başlarsın ve şanslı olup olmadığını her an yeniden yorumlarsın. Önemli olan şanslı ya da şanssız olmak değil karşılaştığın her durumu ileride bir gün iyi şans olarak addedeceğin bir cevapla karşılamaktır.

En iyisi başına gelen şeyin – bu ne olursa olsun – daima hayrına olduğunu varsaymak ve elinden gelenin en iyisini yapmaktır. Ve ilginç olan sen bunu yaptığında şansının da açıldığını göreceksin.

Kader hayatı önceden belirli bir yoldan yürümektir.

Yol, yoldaki kişi için bulunduğu yerden bakıldığında güzel bir yola benziyorsa “ne güzel kaderim varmış” diyecektir. Hayat yolunda “güzel” insanlarla karşılaşmak ve onlarla mutluluğu paylaşmak gibi. Ya da “güzel” yerlerden geçmek ve keyiflenmek gibi…

Yol, yoldaki kişi için bulunduğu yerden bakıldığında berbat bir yola benziyorsa “ne kötü kaderim varmış” diyecektir. Hayat yolunda “kötü” insanlarla ve durumlarla karşılaşmak ve acı çekmek gibi. Ya da “kötü”, “tehlikeli” yollardan geçmek ve korkmak gibi…

Ve kaderimize ilişkin yorumlar zamanla, durumla ve daha bir çok şeyle değişir. Karşılaştığın güzel insanlardan beklediğin özel şeyleri bazen alamamak ya da bir gün onları kaybedip yalnız kalmak gibi. Ya da “kötü”, “tehlikeli” yollardan geçip eşsiz bir manzaraya ulaşmak gibi… İşte bu yüzden hayatta kader diye bir şey vardır ancak “iyi” ya da “kötü” kader diye bir şey yoktur.

Kaderinin sürekli acı ya da sürekli mutluluk içermesi diye bir şey ise hiç yoktur. Çünkü tüm ömrün acı içinde de geçse hayata gözlerini mutlu kapatamayacağını kimse söyleyemez. Yani kaderin her an yeni bir kaderdir ve önemli olan yol değil onu harika bir yolculuk yapabilmektir. Harika bir yolculuk isteyen içine her türlü duyguyu serpiştirip sonunu mutlu bitirir.

En iyisi başına gelen şeyin – bu ne olursa olsun – daima hayrına olduğunu varsaymak ve elinden gelenin en iyisini yapmaktır. Ve ilginç olan sen bunu yaptığında kaderinin de güzel bir kader olduğunu göreceksin.

“Amor fati”

Labirent


Yalansız yaşamak; ışıkta yaşamak mümkün olmasaydı; karanlıktan çıkış olmazdı. Biz de çıkışı olmayan bir labirentte açlığıyla baş başa peynir arayan zavallı farelerden farksız olurduk. Çıkışı olmayan labirent, labirent değildir. Işıkta yaşamak tek umudu insanın. Umut yoksa yaşamak niye? Evet, hayat eylem sever. Fakat umutsuz eylemin bir anlamı olabilir mi?

Çöldeysen istersin. Su istersin, gölge istersin, çölden çıkış istersin, bir Allah kulu, bir yoldaş istersin, bir ses istersin. Çünkü çölün cazip bir tarafı yoktur. Ve ararsın. Ve istersin.. Ve ararsın... Ve büyütürsün... Susuzluğunu, eksikliğini, arayışını, bekleyişini...

Ve zaten en başından yanılgıda olduğunu göremeden labirentten çıkamazsın. Yanlış yönü gösteren pusula ile okyanusa açılmak kimseyi aradığı limana götürmez. Ve hayat sınırsız deneme - sınırsız yanılma oyunu olmamalı.

Çölün kendi cazibesini görebildiğinde çöl artık çöl değildir ve içinde büyüttüğün, çöl olmaktan çıkıp bir vaha olur birdenbire. Ne iyi şey; içinde bir çöl değil bir vaha, bir göl, bir orman büyütmek.

14 Ağustos 2009

Göz

Göz kapıdır;
Kapılar kapalıdır.

Göz kapıdır;
Aşk kapının anahtarıdır.

12 Ağustos 2009

Aşikar

Adım aşikar - hiç sır olmadı hayatımda.
Sıfırdan ne geriye ne ileriye sardım;
Ne unutulası bir şey yaşadım;
Ne de yaşanası bir şey unuttum kenarda.

Kim için?


Değerinin üzerinde etikete sahip olanlar ve hak ettiği değeri alamamış olanlar,
(insanlar, şirketler, ekipler, devletler…)

Maddi, manevi, insani, ilişkisel tüm KRİZLER sizin için…
Kaos adalete hizmet eder.

İnsanın olacaksa bir derdi o da değer katmak olmalı.

06 Ağustos 2009

Teselli


İnsan kudretli olmak ister ve bazen olduğunu da sanır ama yanılır. Kudret O’nundur. Diz çöküp boyun eğmesini ve O’na sığınmasını bilmek lazım. Veren de O'dur alan da O’dur. Gücün, aklın yetemediği yerde yeniden ve tüm kalbinle "şehadet" etmek lazım. O’nun aldıklarından “incinmemek” verdiklerinden “böbürlenmemek” lazım.

Sonsuz bir teselli var. Ve bu dünyada var. Çünkü O tüm alemlerde var. Çünkü O her zerrede var. Çünkü O zaten sende var.

O’na gitmek için yöntem lazım değil. Hep birilerinin öğrettiği yollardan yürümek lazım değil. O hakikattir. Yalanı terk ettiğin her an sen O’na vardın. Tek bir imtihan var; yalanı, sahteyi, gölgeyi, maskeyi, nefsini, kendini O’nda yok etmek. O’nun sesi, sözü, nefesi, dokunuşu olabilmek. Bütün acılarıyla, sahte mutluluklarıyla, akıl oyunlarıyla, hikayeleriyle - nefsini baş başa bırakıp O’na yönelebilmek. Ve tüm yaşadıklarımız ve tüm kendimize yaşattıklarımız hep bunu bilebilmek ve bildiğini hazmedebilmek için.

Biliyorum bunları sen de biliyorsun. Ve biliyorum bir yanın hak verse de yine de bir şeyler var ve kabullenmek zor geliyor. İzin ver canım benim, her şeyin bir zamanı var. İnsanız ve kırılganlıklarımız var. İnsanız ve baştan çıkaran isteklerimiz, zayıflıklarımız var; ümitsizlik anlarımız var. Ve tüm bunlara rağmen biz O’nun sevgilisi ve kıymetlisiyiz.

Çok sevildiğini ve gözetildiğini bil. Asla ümitsiz olma! Lakin zirvelere erişmek zordur. Ve bir günde de zirvelere çıkamazsın. Çıkmamalısın da. Çünkü bunu kaldıramazsın. Yolun her neresinde olursan ol – “hep bulunduğun yerin, anın, hadisenin hakkını vermelisin.“ Ver o zaman.

04 Ağustos 2009

Alışveriş

Almak ya da vermek için yaşama.

Yaşa ve ver ve yaşa ve al.
Nefes yaşam katar ama nefes için yaşanmaz.

22 Haziran 2009

Sular Akar

Sular sevdiğine başka sevmediğine başka akmaz.
Sular akar.
Sular sevildiğinde başka sevilmediğinde başka akar.
Sular akar.

Hayat sevdiğine başka sevmediğine başka bakmaz.
Hayat bakar.
Hayat sevildiğinde başka sevilmediğinde başka bakar.
Hayat bakar.

Aşk İçinde

Zamansızdır aşk. Evveli yoktur; sonrası olmayacaktır. Ezelde aşka düşmüşsündür ve ebediyen âşık kalacaksındır. Aşk içindeysen; zaten her şeyin, hep aşk olduğunu; aşktan gayrı bir şeyin hiç olmadığını bilirsin. Aşk içindeysen; yeni başlayan bir şey olmadığını ve ne yaşanıyorsa bitimsiz olduğunu bilirsin. Sonsuza dek yanacağını ve hep gürül gürül çağlayacağını bilirsin.

Mekânsızdır aşk. Sadece âşık ile maşuk arasında bir yerlerde yaşanmaz. Burada, orada, her yerdedir. Herhangi bir kaba, herhangi bir bedene; hatta bir gezegene bile sığmaz. Her mekâna işler ve doldurup mekânı, yine de taşar; sonsuzun kara deliklerine. Aşk içindeysen her yerdesindir ve her yer senindir. Aşk içindeysen gidilecek bir yer olmadığını bilirsin. Nereye gitsen yanacağını ve her yerden çağıldayacağını bilirsin.

Bilirsin bilmeye de dönüp bakmazsın bildiğine. Hem bilmesen ne olacak ki aşk sana yeter.

Aşk herkese yeter.

Bir tek aşk, tüm zamana ve tüm mekâna yeter.

Bir tek aşk, tüm zamanı ve tüm mekânı siler.

Bildiğine dönüp bakarsan, anlamaya, ad koymaya kalkarsan dışına çıkarsın aşkın… Olmadık mekânlar yaratır, olmadık zamanlar kurarsın. Olmadık hayatlar yaşar, olmadık acılara dalarsın. Sanki aşkın dışındaymış gibi hatta aşkı ararmış gibi yaparsın ve ne kadar aransan da bulamazsın. Aradıkça anlamı; daha da yayılır; geçmiş ve gelecek arasına sır. Uzaklaşır her mekân; küçücük kalır içinde gerçek. Tüm dünyayı da gezsen saklandığı yerden çıkartamazsın. Kaybolursun olmadık dağlarda ve çıkamazsın sığ sulardan – bir türlü engin denizlere.

Anlam taşıyan her şey aşk içindedir. Aşkın dışına çıkan her şey anlamını yitirir. Anlamsız her şey yavanlaşır, zoraki yaşanır. Anlamsız görünen her şeye ego bir anlam uydurur. Herkesin kendince sebepleri, açıklamaları vardır. Yazık ki, sabah akşam su taşısan da döndüremezsin değirmenin çarkını. Zavallı olmak budur. Zavallı olmak aşk içinde dönmek varken düşmemek için tutunacak dal aramaktır. Kayıp olmak budur. Kayıp olmak anlamsız, aşksız kalmak, kurumaktır.

Asla düşündüğün nedenlerden ötürü öfkeli değilsin. Onun ya da bunun yüzünden değil çilen. Aşksızlığa isyandır meselen – anlasana. Göğe erişmek, yükselmek isterken kökü toprağa inememiş, açıkta kalmış dev bir çınar gibisin. Her an yıkılabilirsin. Tutunmaya çalışma bırak; yıkılıversen bulacaksın. Evine dön. Toprağına karış. Korkma. Aşk içinde incitilemezsin.

Asla düşündüğün nedenlerden ötürü korkmuyorsun. Öfkelisin, korkuyorsun; çünkü orada olmayan bir şeyi görüyorsun. Apaçık, aşikâr olanı göremiyorsun; aşkı göremiyorsun. Açık arazide gökyüzünü, ağaçları, kuşları; rüzgârın şarkısını, kelebeklerin dansını görmüyorsun. Börtü böceğin sana seslenişini duyamıyorsun. Sana gördüğünü söylediği umutsuz mücadeleyi bire bin katarak anlatan kör bir yalancıya kanıyorsun. Evine dön. Aç gözlerini. Şarkıya karış. Korkma. Aşk içinde kandırılamazsın.

Çok meşgulsün. Meşguliyetin tüm kapıları kapatıyor. Güzellik gelip geçer canım benim. Zamanında koklayacaksın gülleri. Aşkın her mevsimini ayrı yaşayacaksın. Bal verdiğinde çiçekler, arılar almasaydı aşkla, döner miydi dünya aynı mutlulukla? Yanarak koşuyorsa ateşe, ateş yakmaz pervaneyi canım benim. Korkma! Ateşe atıl. Aşkın yanında ölüm nedir ki? Aşk içinde ölümü tadamazsın.

Ardından baktığın; aşk değil. Gelmesini umduğun; aşk değil. Aşk daima şu anda ve aşk daima burada canım benim. Evine dön! Durma! Bu yakadan öbürüne haykır türkülerini, şarkılarını… Del geç, kara kıyametini aşksız kalmışların; öksüzlerin, bahtsızların… Başka nasıl açılır gökyüzü; başka nasıl gösterir güneş aydınlık yüzünü? Tek şansın kaldı görmüyor musun? O da aşk. Aşk; hemen şimdi! Bakınma ötelere öyle. Aşk; hemen burada! Aranıp durma. Sendedir aşk. Sorma başkasına; Aşk içinde bir başkası hiç olmadı ki…

15 Haziran 2009

Aşkın Kapısındaki Cellat

Seni tanımadan evvel
Bilmezdim cehaletimi..
Ne vakit ki boyun eğdim
Ne vakit ki kanayan gönlümü
Ellerine verdim;
Ve seni de sevdim
Açıldı kapılar.
Nihayet senden de geçtim.

24 Nisan 2009

Sevgi Gözetir - Aşk Delirtir


Sessizlik çığlık atmak ister.
Söz eksiltir.

Söz sevgiden
Çığlık aşktan

Almak - vermek sevgiden
Akmak aşktan

Kavga - barış sevgiden
Coşku aşktan

İyi - kötü sevgiden
Özgürlük aşktan

Olanı iyileştirmek sevgiden
Olanla mutlu "olmak" aşktan

İzan sevgiden
İman aşktan

Hayat sevgiden
Hakikat aşktan

22 Nisan 2009

Eri

Mutluluk yoksa direnç vardır. Oysa hayatta her şey özünde zaten mutlulukla titreşir. O yüzden özüne yakınlaştıkça her direnç mutlaka ve daima eriyecektir.

27 Şubat 2009

AŞK İMİŞ

"Yanmaktır, kavrulmaktır aşk. Küllerini rüzgârda savurmaktır. Etrafında dolanmak değil pervasızca ateşine dalmaktır; ötekinde erimek, sıcağında tükenmektir.

Kırılıp dağılmaktır aşk; “kalbinin tam ortasından”. Seni bir arada tutan ne varsa, neyin varsa birikmiş – dört bir yana saçmaktır.

Ve deli olmaktır.

Ve kudurmaktır.

Hesap kitabı unutmaktır; coşmak, çağlamaktır.

Vazgeçmektir aşk. Gördüğün tek rüyadan, elindeki tek dünyadan, sahibi olduğun tek sığınaktan vazgeçmektir. Çırılçıplak kalmaktır.

Boş kalmaktır aşk. Kimliksiz, egosuz, hiç kalmaktır. Ötekine sendeki boşluğu dileğince doldurması için teslim olmaktır.

Ve her şeyini kaybetmektir aşk.



Kaybederek kazanmaktır aşk. Hiçliğinde her şeyin tadına bakmak; bilmeyerek tüm sırlara ermektir. Yokluktan geçerek varlığa erişmektir.

Kendini sıfırlayarak ikiyi "bir" kılmaktır aşk...

Anlatılabilen aşk yoktur bu yüzden.

Kim, kime, neyi anlatacak ki?

Kusursuzluktur aşk… Tüm kusurlarından soyunmaktır.

Aşksızlıksa kusursuzluğundan gözü korkanın kusurudur.

Ve her ne var ise âlemde “aşksız” – kusurludur.



"Her ne var ise âlemde aşk imiş." ... Fuzuli

23 Şubat 2009

Şahidi Ol Günlerinin


Dünya böyledir. En akıllıyı alaşağı ediverir tam da böyle olmaması gerektiğini umduğu an. Doğru düşünceyi ararken ve tam da ‘bu eskisinden daha da iyi görünüyor’ deyip ona tutunmuşken yapar bunu üstelik. İnsanın kaosu, rüyanın dışına çıkmadan bitmez maalesef. Bir yukarı bir aşağı; bir orda bir burada başın döner durur. Buldum dersin; sana güler. Ararsın saklanır. Ve düşer durur insan, sahte kederler denizine ve bir yol arar bata çıka – el yordamıyla.

Çoğunluk aslında düşmüyormuş gibi yapar ve yeni akıl oyunlarına sapar. Düşmek iyidir oysa. O acılı bazenler iyidir. Çünkü ne kadar yalan olduğunu gösterir. O kadar yalan ki hepsi, bir hakikat yokmuş gibi hissedersin hatta. Bir bilen, bir öğretmen alsın istersin yükünü. Tanrı çıkıp geliversin ve kolaylasın buhranını dersin. Düşünürsün kara kara ve bir çıkış bulamazsın. Çünkü düşünülesi bir gerçek, gerçek değildir. Çünkü düşüncenin kendisi yalanı yaratır. Düşünerek hakikati bulamazsın. Hakikat zaten senindir. Ama düşüncelerin, bakış açıların, beklentilerin, öğrendiklerin... Bunların hepsi korku yaratır. Ve senin olanı almanı, zaten elinde olanı görmeni engeller.

İzin ver canım benim. Tüm düşüncelerinin saçma olmasına izin ver. Tüm bildiklerinin yanlış olmasına izin ver. Kendini sıfırla. İnançlarını sıfırla. Bu kelimeleri yazan beni de sıfırla. Bilenleri ve bildirenleri sıfırla. Böylece seni sınırlayan tüm korkularını sıfırla ve aslında korkacak hiçbir şey olmadığını gör.

Saçmalığımızın arkasında büyük bir anlam ve güzellik var canım benim. Her şey o kadar güzel ki bunu yaşamamak çok saçma.

Devrimini gülümseyerek, mutlulukla izliyorum. Düşüşünle mutlu oluyorum. Çünkü düşüşüne bakıp ondaki saçmalığı da görebileceğini umuyorum. İnsan yükselişinde saçmalık aramaz. Ancak düşerken göremediğine bakmayı hatırlar. Korkusuz olmayı öğren illa ki bir şey öğrenmeliyim diyorsan; çünkü korkacak hiçbir şey yok. Düşmekten bile korkma, korkmaktan kork - yaşamaktan korkacağına. Belki de “hiçbir boşluğa sonsuz - ve - bensiz düşemeyeceğini” görmen için bir fırsattır bu.

Bu satırları aslında ben sana yazmıyorum. Sen sana yazıyorsun cevaplarını ve hiç karşılaşmayacağını sanıp kederlendiğin kendinle buluşuyorsun her defasında. Yine de düşüncelerin kabullenmiyor, gerçeğin üzerini çiziyor ve benim bir başkası, bir ağabey, bir bilen olduğumu sanıyorsun. İnsan hakikati aynen böyle yaparak yalana feda eder. Bir iken iki oluveriyoruz böylece ve keder başlıyor yeniden.

Şahidi ol günlerinin
ve anlarının ve gecelerinin..
Kendi şahidi ol kendinin
Öncelerinin ve sonralarının..
Yazarken ellerin kelimeleri
Şahidi ol cümlelerinin ve dahi ellerinin..
Duygularına şahit ol
Ateşliyken ve küllenirken..
Yaşayanlarına şahit ol
Tut sıcakken ellerinden..
Ölmüşlerine şahit ol
Sahiden bir ölüm görebilirsen..

Duymaz olur mu Tanrı
Duyuyor elbet seni...
Fısıldıyor kulağıma
Ve diyor ki;

Gömdüklerini hatırla daima
Canlı tut kalbinde ki
Yaşayanlarını gömme diri diri.

(Not: Yukarıdaki şiirin asıl yazarı için;
http://uzaklardanbiryerlerden.blogspot.com/
adresini ziyaret ediniz.)

02 Şubat 2009

Şarkı

Müzik bir ilişki kurma biçimidir ve biz aslında büyük bir sanatçı, şarkı söylemeyi çok sevdiği için bir hayat yaşıyoruz.

Sessizlikte ilişki yoktur. İlişki için bir yetmez iki gerekir. İlişki için birinden öbürüne akış gerekir; hareket gerekir.

Müzik harekettir; notalarla ezgiden ezgiye akmaktır; hayatı en sert ve yumuşak halleriyle, en tiz ve en pes sesler arasında, kreşendo ve de-kreşendolar eşliğinde, duygudan duyguya değişen nabız atışlarıyla ritim tutturarak aynalamaktır. Ben şarkımda es istemem, pes istemem dersen müzik olmaz. Müzikte yaşayan hayatı göremeyen ya da hayatın müziğini hissetmeyen sığ matematikle şarkı yapılacağını sanır.

Tüm hayat bir şarkıdır. Sayısız farklı hayat sayısız şarkı demektir. Ne güzel ki tüm şarkılar, sessizlikte buluşup sevdiklerine kavuşurlar.

Sessizlik sanılanın aksine müziğin varlığından memnun olur. Çünkü sessizlik ancak müzik sayesinde derinleşir ve genişler. Müzik her defasında çığlık çığlığa sessizliğin boşluğundan doğar; olanca güzelliğiyle... Çirkin bebek var mıdır?

Boşlukta ve hareketsizlikte ilişki yoktur. İlişki için artı eksi kutuplar arasında erkek ve dişi iki farklı enerjinin dansı gerekir. Dansta hareketi erkek enerji yönetir. Dansın duygusunu ve zarafetini ise dişi enerji var eder, besler ve büyütür. Dişi enerji yönetmeye kalkar ya da yönetilmeye direnç gösterirse uyum bozulur. Erkek enerji duyguyu görmezden gelir ya da matematikle yönetmeye kalkarsa ayaklar birbirine dolanır. Her insan içinde hem dişi hem erkek enerjiyi barındırır. Bu yüzden erkeksi kadınlar ve kadınsı erkekler vardır.

Yaşamak sürekli ilişki halinde olmak demektir. Yaşamak inip çıkmak, gidip gelmek değişen frekanslarda titreşmek demektir. Yaşamak istediğini var etmek için istemediğinden geçmek demektir.

Dans, müzik ve hareket aracılığıyla ötekiyle (ve bir anlamda da hayatla) bir ilişki kurma biçimidir. İlişki kusursuzsa iki kişi yeniden bir kişiye dönüşür. Hem de kendini yok ederken ötekini büyüterek.

Kuşlar dans ederek uçar. Balıklar dans ederek yüzer. Küçücük filizler dans ederek güneşe uzanır ve ağaç olur. Börtü böcek her gün dans eder. Dans hayatın dalgalarında sörf yapmaktır. Müzik dalgadır ve dansçı dalganın doğal bir parçası olmayı becerdiğinde keyif alır ve keyif katar.

Nihayet her dalga söner, her ses sessizlikte erir, her hareket son bulur; o büyük sanatçı, bir sonraki şarkısına başlayana dek…

Çekim Yasası ya da Meraklıları İçin "Sır" 4


1.Kendi tepkilerimizi ve dolayısıyla elde ettiğimiz sonuçları belirleyen ya da şekillendiren aslında nedir?

İki ana karar verme ve dolayısıyla da tepki gösterme şekli vardır. Birincisi içinde bulunduğumuz anda “hür irade”mizle bilinçli seçimler yapmak ikincisi de otomatik, alışkanlıkla, geçmişe ait “bilinçaltı” seçimlerle yaşamaktır. Örneğin birisi bize bir toplantı ortamında küçük düşürücü bir şaka yaptığında geçmişte benzer durumlarda verdiğimizi tepkinin aynısını (mesela kızgınlıkla karşılık verme ya da belki o an için önemsememiş gibi yapma) düşünmeksizin ortaya koyuyorsak bu bilinçaltı bir tepkidir. Oysa bu durumla karşılaştığımızda eski tepkilerimizden daha akıllı ve durumu iyileştirebilecek yeni bir seçenek yaratabiliyorsak ya da alternatif seçeneklerimizin en uygununu seçerek karar veriyor isek bu da bilinçli karar vermektir. Ortalama bir insanın tepkilerinin tamamına yakını otomatiktir. Fakat hayat ve çevresel koşullar hızla değişirken değişmeyen tepki ve alışkanlıklar bizi sürekli geriye götürür.

Bu da şu anlama gelir: “insan hayatını kaliteli ve yeni seçimlerle yenilemek dururken kendisini tekrar eder ve benzer durumları tekrar tekrar yaşayıp (kendisini değiştirmek yerine) kendisinin dışındaki insanların, durumların, koşulların, hayatın değişmesini bekler. Hayat değişir değişmesine de otomatik tepkiler veren insanların umduğu gibi değil.

2.Hayata ve bana getirdiklerine karşı nasıl daha kaliteli tepkiler verilebilir?

Kaliteli tepkiler verebilmek için öncelikle otomatik tepki verme alışkanlığından sıyrılıp bilinçli seçimler yapabilmeyi öğrenmemiz gerekir. Bunun için de tepki vermekten karar vermeye geçmemiz gerekir.

Öncelikle tepki vermek çok hızlı gerçekleşir. Öyleyse bilinçli karar vermek için ilk olarak kendimize bir nefeslik aralık yaratmamız ya da yavaşlamayı öğrenmemiz gerekir. Üzerimizde hayatın, işlerin, insanların baskısı varken sakin, güvende ve rahat olabilmek akıllı karar verebilmenin ilk şartıdır. Bu birçok insana başlangıçta çok zor hatta imkânsızmış gibi görünür. Ancak denedikçe ve üzerinde çalıştıkça gelişir ve zamanla otomatikleşir. Yani işin ilginç tarafı kaliteli tepkiler vermek de otomatik bir alışkanlığa dönüştürülebilir. İnsan yavaşladıkça farklı seçeneklerini görebilir, değerlendirebilir ve seçebilir hale gelir. Bu durum aynen çok büyük hızla araç kullanmaya benzetilebilir. Hızlandıkça farkındalık daralır, araca ve yola hâkimiyet ve kontrol zorlaşır. Kaza yapma olasılığı artar. Değerli olan hava ve yol koşullarına göre aracın ve sürücünün durumuna göre vites küçültüp büyüterek aracı layıkıyla kullanmaktır. Hayatımızda çözümsüz veya zor sorunların olduğu değer verdiğimiz alanlarında vites küçültmeli, yavaşlamalı, tepkilerimizi ertelemeli işlerin iyi gittiği alanlarda ise hızlanıp performans üretmeyi becerebilmeliyiz.

İkinci olarak arzu ettiğimiz sonuçları üretmeyen kalitesiz tepkilerimizi belirleyerek bunların sadece hayatla ve sorunlarla baş edebilmek için bizim benimseyip kullanmakta olduğumuz birer model olduğunu görmemiz ve yeni davranış modelleri yaratarak bunları alışkanlığa dönüştürmemiz gerekir. Yani kendimizi ve ötekileri yargılamakta sakınarak yeni yollar (söz,davranış, tepki…) denemeyi sürdürmemiz gerekir.

3.Potansiyel olarak var olan enerjimizi, hayatta başarı için çevresel koşulları da temel alarak nasıl kullanabiliriz?

Çevresel koşullar büyük bir seçenek havuzu ya da akvaryum gibidir ve bizler de o akvaryumdaki balıklar. Akvaryumun sınırları bizim kişisel olgunluğumuzun sınırlarıdır. Akvaryumun suyu öğrendiklerimizdir. Akvaryumun suyu kendimize ve hayata ilişkin bildiklerimizin gerçeğe yakın ya da uzak olması ölçüsünde kirli ya da temizdir. Gerçekte hayat sınırsız bir okyanustur. Ama bilinmeyen bizi korkutur ve kendimizi akvaryumumuzun güvenli olduğunu kabul ettiğimiz sınırlarında yaşamak zorunda hissederiz. Aslında hayatta başarı demek kendimle ilgili gerçeği öğrenmek ve bunu sınırlarımı genişletmek için kullanmak demektir. Gerçek sır kendini bilmektir. Kendini bilen için korku ve sınır yoktur. O sırra ermek için kendini tüm korku içeren kabuklarından sıyırmak ve öz ile kucaklaşmak gerekir. Bunun tek yolu kendi başına ördüğün tüm çorapları (karşılaştığın problemleri) kendini yenilemek ve keşfetmek için bir araç olarak kullanmaktır. Diğer bir deyişle geçmişte yaşanılan deneyimleri yorumlayarak oluşturduğumuz otomatik tepkilerden şu anın hür seçimlerine geçerek, belirsizliklerden, yanlış anlamalardan ve kibirden gerçeğe erişmek gerekir.

4.Çekim yasası kuramını, iş yaşamımıza nasıl adapte edebiliriz?

İş dünyasındaki sorunlara da aslında bize kendimize bakmamız ve çözümü dışarıda değil içeride görmemiz gerektiğini hatırlatan birer hediye muamelesi yaparak. Bence çekim yasasının en gerçekçi yorumu şu olabilir; “Neyi öğrenmeniz gerekiyorsa ona uygun dersi, meseleyi hayatınıza çekersiniz.” Hayatınıza istediğiniz, arzu ettiğiniz şeyi çektiğiniz kadar korktuğunuz şeyi de çekersiniz. Siz korkusuz olana ve her şeyi olduğu gibi kabullenerek, severek yaşayana kadar çekim yasası önünüze sürekli sorun koyacaktır. İş dünyasının diliyle konuşayım: liderler vizyon yaratarak arzu edilen sonuca hayale şevk, heyecan, tutku içeren bir çekim alanı yaratırlar. Oysa birçok yönetici sevgiyle değil korkuyla, güçle, otoriteyle yönetmeye çabalar. Bu yöneticilerin kendilerine, ekiplerine ve kurumlarına sorun çekeceği açıktır.

5.Bilinçaltı birikimlerimiz, karşılaştığımız problem ya da kararlarda bizi nasıl etkiliyor?

Hem olumlu hem olumsuz etkiliyor. Birikimler kaliteli ise akvaryumun suyu temiz oluyor. Balık uzun yaşıyor. Aksi durumda kirli suda balık çabucak hayatını bir yük, mecburiyet ve mücadeleye dönüşmüş bulabiliyor. Yine de hatırlatmakta fayda var akvaryumun suyu ne kadar temiz olursa olsun yenilenmek zorundadır. (Çünkü hayat sürekli yenileniyor.) Yeni şeyler öğrenmeyen, kendisini tekrar eden insan alışkanlıkları ne kadar ona başarıyı da getirse başarısızlıkla yüzleşecektir. Bilinçaltını temizle ve daha da önemlisi bilinçli yaşa.

6.Bu konun bir uzmanı olarak, kendiniz karşılaştığınız problemlerde sorun çözme yönteminizi ne tür bir sıralama ile planlayıp belirliyorsunuz?

•Öncelikle gülümsüyorum.
•Sonra problemle barışıyorum. Problemin bir hediye olduğunu kendime hatırlatıyorum.
•“Burada öğrenmem gereken, farklı düşünmem, söylemem, yapmam gereken şey nedir?” sorusunu kendime soruyorum.
•Sonra demleniyorum, içimdeki bilgeliğe bana bir yol göstermesi için kendime izin veriyorum.
•Çözümün kesinliğine, hayatın güzelliğine, her şeyin hayrıma olduğuna, Tanrıya ve gelene güveniyorum.
•Bulduğum çözümü eyleme geçiriyorum.
•Olmazsa yine gülümsüyorum, yine…(yukarıdaki maddeleri tekrarlıyorum)
•Olursa teşekkür ediyorum.
•Teşekkür ediyorum, şükrediyorum.

26 Ocak 2009

Simurg

Aç kanatlarını Simurg
Küllerinden doğ yeniden
Ve uç kelimesiz gökyüzünde
yeni kelimelerle
ölümüne uç
inadına uç
uslanmak nedir bilmeksizin uç
uç ki kanadının esintisi
teselli olsun
yanmaktan korkan
ve her gün kavrulan sefillere

15 Ocak 2009

Geçmişim - Gerçeğim


İnsan sadece kendine bugünün gözleriyle bakabilir. O yüzden;

Ötekinde gördüğün herşey geçmişin;
Kendinde gördüğün herşey gerçeğindir.