12 Aralık 2011

Tik - Tak

Her tik gider yerine bir tak gelir.
Her tak gider yerine bir tik gelir.
Pil bitene kadar bu böyledir.

Pil bitince anlarsın;

Yer baki - gerisi hikayedir.
Evsahibi baki - misafir hikayedir.
Sessizlik baki - ses hikayedir.

An baki - zaman hikayedir.

01 Aralık 2011

SESSİZLİKLE HASBIHAL

Yaratmak, hayal gücü vasıtasıyla sonsuz bir kaynaktan, gerçeklik kalıbına dökülmek üzere bir tasarım çağırmaktır. Çağırdığın geldiğinde kenara çekilmezsen olsa olsa karmaşa yaratırsın.

Karmaşadan beklenmedik bir basitlik çıkarmak, deha göstergesidir.
Ve yaratıcılık, dehanın karmaşaya bir son verişidir.

Aslında hiç kimse bir şey yaratmıyor; açıklığı ve duruluğu ölçüsünde yaratıma kanallık ediyor. O yüzden yaratıcılık, çağırdığının gelmesi ve seni hiç bulamamasıdır.

Müzik geldiğinde sessiz olmazsan elindeki gürültüdür.
Ve yaratıcılık, sessizlikle konuşma sanatıdır.

Hepimiz misafiriz. Bugün varız belki, yarın soru işareti...
Ve yaratıcılık, misafirin ev sahibini ağırlamasıdır.

Yokluk insanın ağırlaşmasıdır.
Ve yaratıcılık, yaratımın üzerinden var olmaktır.

Sıkıntım kendimdendir.
Ve yaratıcılık, kendimin ötesine geçmektir.

Hafifleyen gülümser.
Ve yaratıcılık, hiç olmayandan hep olmuş olana sıcak bir gülümseyiştir.

Yokluğundan düşmeden küskünlükten geçilmez.
Ve yaratıcılık, varlığın aşkın halidir.

Halden hale geçiştir hayat.
Ve yaratıcılık, aşk halidir.

Ney nefes ister.
Ve yaratıcılık, nefesin neyle buluşmasıdır.

Ağacın rüyası güneşe ermektir. Rüyadan uyandıran ise meyveyi nasiplenen kuştur.
Ve yaratıcılık, ağaç dikerken meyvenin lezzetini almaktır.

İşlevine ihanet eden tasarım çöptür.
Ve yaratıcılık, tasarımın işlevini sevmesidir.

Geçmiş ve gelecek birer zaman israfıdır.
Ve yaratıcılık, hiç zaman israf etmemektir.

Aşığın sevgiliye hasreti bitimsizdir.
Ve yaratıcılık, sevgiliyle vuslattan çalınmış andır.

Okçu, ok ve hedef bölünmüşlüktür.
Ve yaratıcılık, okçunun oku attığı ve okun hedefe vardığı aralığı kapatmaktır.

Hiçbir şey tam olarak bilinemez.
Ve yaratıcılık, bilinemeyenin bilinir kılınmak arzusudur.

16 Ekim 2011

Taşı Bırak

İnsan nedenini hatırlamaksızın kendini ortasında bulduğu karanlık ve tehlikeli bir kıyıdan, nehrin aydınlık ve tamamen güvenli tarafına geçmek için biraz mecburiyet içeren bir korku ve biraz da merak içeren bir cesaretle yola çıkar. Tehlikeli kıyı dünyaya geldiğimizde içine düştüğümüz zihinsel, duygusal ve fiziksel aczimiz ve cehaletimizdir. Aydınlık ve güvenli taraf ise güç, özgürlük ve bilgi içeren zihinsel, duygusal ve fiziksel olgunluktur.

İnsanın nehri geçerken suya kapılıp gitmemek için basacağı sağlam bir taşa; onun için bilinmezlerle dolu bu dünyada onu güvende hissettirecek bir fikre ve bu fikrin uzantısı olan davranış modellerine ihtiyacı olur önce. Ve insan hızla öğrenmeye başlar. Öğrendiği şey, her ne kadar an itibarıyla işine yarasa da aslında içine doğduğu bu sorunlu dünyanın sorunlu kurallarıdır. Dünya ve içindeki her şey; insanlar, ilişkiler, olgular bir bir etiketlenir böylece ve tüm etiketler için güvenlik açığını kapatacak bir cevap geliştirilir. Cevaplar tekrar edilir ve geçerliliği keskinleşir.

Ama akan suyun içerisinde, karanlık tarafa yakın hiçbir taş sürekli bir güvenlik hissi sağlamaz. Karşı kıyıya erişinceye dek daha sağlam bir başka taşa zıplanması ve ilerlenmesi gerekir. Çünkü karanlık insanı kovalamaktadır. Hayat değişkendir; kaos ve düzen arasında her şey dengesini yitirmekte ve yeniden bu dengeyi geri kazanmaya zorlanmaktadır. Yaşanılan beklenmedik acılar, öğrenilenlerin yanlışlığını sorgulatır böylece ve bilinenin terk edilmesi gerekliliği doğar sürekli.

Yol boyunca ilerleyebilmek için "ben kimim (yalnızlığın ve ayrılığın doğası ne?); burada ne işim var (korkunun ve karanlığın doğası ne?); hayat ne (bu tehlikeli görünen suyun doğası ne?) ve bu hayatı benim için kolaylaştıracak olan nedir? (cesaretin ve aydınlığın doğası ne?)" sorularına verdiği cevaplar sürekli değişmek zorundadır insanın. Zira sabit bir gerçeklik, psikolojik ölümü getirir ve hayat akışkandır.

Karşı kıyıya geçmek için ise son taştan da ayağını kaldırmalıdır; yani artık sorular-cevaplar, yol boyunca öğrendiği kavramlar-fikirler, korkuyu taşıyan ve yansıtan tüm o kimlikler, anlamsız ve gereksiz olmalıdır. Yükünü bırakmalıdır. Karşı kıyıda, tamamıyla güvencede iken; korkacak herhangi bir öteki ya da karanlık bir bilinmez yoktur. Şahit Ol'unası bir güzelliktir her şey artık sadece.

13 Eylül 2011

Susma Zamanı

Kim gelmiş bu dünyaya?
Kimin canı acımış...
Kim gül koklamış;
Kim dikeni gül saymış?

Sen bir hayalsin dost
Acın, kendini var sayışın
Hem gül hem diken yoldaşın
Dikeni gül sayışın ise
Bu hayalden uyanışın.

28 Temmuz 2011

Güzellik Sarar; Varlığı da Yokluğu da...

Sesleri duyduğun gibi; duy sessizliği de.
Teninde hissettiğin gibi rüzgarı; doku tenine ıssızlığı da.
Renklere nasıl beziyorsa gözlerin, cümbüşünü alemin
Karanlık da öyle bezensin ruhuna; şenlikle, güzellikle.

06 Haziran 2011

Yaşadım mı öldüm mü?

Önce haber gelir ve sonra da anlamı…

Sonra inkar gelir; içinde korkusu, kaçarak yaşarsın
Sonra isyan gelir; olmaması gerekirmiş gibi yaşarsın.
Sonra keder gelir; orada sadece acı varmış gibi yaşarsın.
Sonra ümit gelir; bir ihtimali yaşarsın.
Sonra kabul gelir; geleni hak bilir de yaşarsın.
Sonra emek gelir; hakkını verir ve yaşarsın.
Sonra hayat gelir; ölüm yokmuş gibi yaşarsın.
Sonra sevinç gelir; lütfün sınırsızlığını yaşarsın.

En sonunda ne bir gelen ne bir giden; O’na karışır ve yaşarsın.

İnsan doğarken; ölür bir yandan da ve bu sık sık olur.
İnsan ölürken; doğar bir yandan da ve bu da sık sık olur.

İnsanın kendi ölümü ile kalbinde muhabbetle sevdiğinin ölümü bir ve aynı şeydir.

Ne doğum, ne de ölüm yaşamın dışındadır; kaçınılmaz olan her daim yaşanır ve geçilecek eşikten mutlaka geçilir.

31 Mayıs 2011

Ayağa Kalk

Bir tek insan, tarihin akışını değiştirebilir. Bir tek insan, kendi kader yolundan yürürken insanlığın kaderini de yeni bir yola sokabilir. Bir tek insan, varlığıyla dünyaya ve insanlığa büyük bir armağan gibi tüm hayatını olağanüstü bir eser olarak yaşayabilir. O insan, sen olabilir misin; acaba sen, bu dünyaya büyük bir iz bırakmak için gelenlerden misin?

Cevabını duyar gibiyim; “Yok daha neler; ben dünyayı değiştirecekmişim de, insanlığın kaderini etkileyecekmişim filan…”

Oysa bilmelisin ki; zaten dünyayı değiştiriyorsun. Varlığın dünyayı ya daha güzel ve yaşanası bir yer yapmaya katkıda bulunuyor ya da tam tersi. Süpürdüğün sokağı görenler buradan bir sanatçı geçmiş diyorlarsa, söz söylediğin insanlar o sözden ilham alıp başka insanlara dönüşüyorlarsa, altına imzanı attığın işi eline alanlar bu imzanın sahibi ne özel bir adam diyorlarsa dünyanın kaderini değiştirmediğini kim söyleyebilir? Evet, etkin küçücük olabilir belki. Ama her şeyin diğer her şeyle, bir şekilde bağlantılı olduğu bir dünyada, bir kelebeğin kanat çırpışı, dünyanın diğer bir köşesinde kasırgayı tetikleyebiliyorsa çığı kopartan çığlık ya da bardağı taşıran damla neden sen olmayasın?

Etkinin sınırlı olacağından yakınma; ‘kabın’ kendince henüz küçük olabilir. Ama daha büyük bir kaba akamayacağını kim söylüyor? Kendinle kucaklaş ve kendinden taş...

Sen de bir kalemsin; yazmazsan ne işe yararsın insanoğlu? Yazarak tüket kendini ve izlerinde yaşa. Bir şiir yaz, bir şarkı söyle; dokunsun, girsin yabancı sandığın kalplere ve belki aşk için dökülen ılık gözyaşlarında yaşa. Bir söze dökül, ilham ol; şairin nefesinde yaşa. Bir resme ak, ressamın ellerinde yaşa. Sen bir renksin, hayat ise bir tablo. Sensiz bu tablo eksik kalırdı. Ressam değilim diye üzülme; O’na sen de lazımsın. Tabloda olmaktan, tabloya rengini katmaktan, O'nun fırçasıyla birlikte yaratmaktan hoşnut ol. O zaman göreceksin ki ressam ve eseri aynı şeydir.

Sen ümitsiz dolanırken de çok şey oluyor hayatta. Sen mutsuzluğuna yapışıp kaldığında da akıyor hayat. Öyleyse sen de durma; ak, karış hayata.

Lider olamayacağından ya da bir lider olarak doğmadığından dem vurma artık. Görsene diğer herkes gibi lider doğduğunu... Bir bebeğe, bir çocuğa bak; bir liderde olması gereken ne varsa onda görebilirsin. Sınırsız bir merak, sonsuz bir cesaret, sınırsız düşünme ve hareket etme özgürlüğü, özgünlük, deha, öğrenme hevesi… Eksik olan nedir? Sorumluluk bilinci ve tüm bu fevkalade özelliklerinin aslında bebeğin cehaletinden kaynaklanıyor oluşu. E zaten hayat dediğin şey de zaten içinde var olan o liderliği yeniden ve bu kez bilgiyle donanmış olarak ve sorumluluk bilinci içerisinde geri kazanmak değil mi? O ruh sende var, içinde o ruhla doğdun. Hakkın olanı almanı bekliyor hayat; içindeki lideri hatırlamanı ve yaşatmanı. O lideri kendi içinden tekrar doğurmanı; aşkla.

Lider ayağa kalk!
Bırakman gereken izi bırak.

30 Nisan 2011

Silin Beni

Ali Karakuş öldü.

Yaşasın Ali Karakuş!

İnsan biriktiriyor. Bir ismin ardında bir şahsiyet biriktiriyor. O kadar çok emek veriyor, o kadar çok özenle hatıra kaydediyor ki o isme, ismi kendisinden daha gerçek ve vazgeçilmez hale geliyor. "Ali Karakuş öldü." demek Ali Karakuş isminin yükü, o isimle biriktirilenler ve o isimle müsemma varsayılan benlik, önemsiz ve gereksiz oldu demek. O isme iliştirilen ne varsa artık özgürlüğüne ve huzura kavuştu demek. O isme ait korkular dağıldı ve o ismin ardına sığınanlar, gerçekten yaşamak ile yaşıyormuş gibi yapmak arasında bir yol ayrımına geldi demek.

Her an gökten elmalar düşüyor aslında ve her an bir milat olabilir. Her an aşk kapısıdır aslında ve o an işte bu andır; öldüğün ve daha büyük bir güzelliğe doğmaya hazır olduğun an.

"Ali Karakuş öldü." Demek, ismin ardındaki asıl OLAN belirdi ve her an yeniden beliriyor demektir. Aslında bu bir ilandır; aşığın maşukta erimeden önceki son sözleridir. O yüzden mezar taşına isim aranıyorsa aşığın, "sevgilinin adı" âlâdır.

Ve şimdi olacak olan, belki ilk defa olmakta olandır.


Silin beni;
Hiç var olmamışım gibi
Dönün işinize gücünüze.

Duymadınız sayın; sözlerimi de
Hem uçuşup kayboldular zaten
Hepsi 'şimdi'den

Bir hevestim;
Geldim geçtim
Bir yanlışlık yok bu işte

Var'sayıldım belki
ve yoktum aslında

Kesin hesabı artık,
Düşün yekûnden.

24 Nisan 2011

Nereye?

Bir insanı sevmekle yıkılan, hayatla kavgaya tutuşur. Ve bir insanı sevmekle yıkılan, ancak kendisini daha çok severek hayata yeniden tutunur.

Hayatla kavgalı insan, aslında kendisiyle mücadele içindedir ve kendisiyle mücadele eden insan, bu kavgada başkalarının araya girmesine de izin vermeyecektir. Ancak insan tek başına yaşayamaz. Bu yüzden kavgasına başkalarını da muhakkak, ortak edecektir. Sadece yabancıları değil kaçınılmaz olarak kendisini sevenleri de bu kavgada görmek isteyecektir.

Kendine karşı yıkıcı bir insan, ötekine duyduğu sevgiyi de ancak yıkıcı bir dille ifade edecektir. Çünkü insan sevdiğini kendinden ayrı tutmaz.

Kendi içinde dengesini bulamamış bir insan, ister istemez sevdiğinin de dengesini bozmaya çabalayacaktır. Çünkü insan sevdiğinden ayrı denge kuramaz.

Evet; seven yine sever ve sevilen yine sevilir. Lakin seven ihtimam göstermezse sevdiğine, hoyrat davranırsa bilmeden bir şekilde, sevgiler eskir. Bazen o kadar çok eskir ki, sevgilinin toprağında yeşeremez ve çiçek açamaz olur. Sevgiler eskiyince özü aynı kalsa da adı ve görüntüsü başkalaşır. Kimi zaman şiddet olur sevginin görüntüsü, kimi zaman ayrılık, kimi zaman kırılmışlık. Sevginin adı ya da görüntüsünün zamanla neye dönüştüğü aslında bir şeyi değiştirmez. Başkalaşan ve hatta geri dönüşü olmayan yollar, sevgiyi silemez. Çünkü sevgi ölümsüzdür ve sevdiysen bir şekilde; güzelleştirir seni sevgin, bir iz bırakır sende. Sevginin bıraktığı izler de kendisi gibi silinmezler.

Ayrılığın, öfkenin, kırılmışlığın acısı da aslında bu güzelliği görememekten ve yeni yolların getireceği güzelliğe henüz açılmamış olmaktan gelir. Hayat yolu, ne verirse versin ve ne alırsa alsın aslında sadece güzellik taşır insana. Çünkü hayat, sevgiyle var oldu ve çünkü hayat, ancak sevgiyle güzelliğini buldu.

İnsan başını kaldırmadan nasıl ki göremezse yıldızları, güzelliği görmek için de doğru yere bakmak gerekir; sevginin ilk var olduğu, çağladığı ve her yaşam deneyiminin bıraktığı iz ile durmaksızın çoğaldığı yere...

Nereye?

Birden Patlayacak

Yaptığında değil sadece, yapamadığında da mutlu ol kendinle. Bir sonuca, bir koşula bağlama mutlu OLUŞUNU. Mutluluk senin olan, özünden taşan bir şey olmadıkça, arar ve bulamazsın onu veya bulduğun her defasında kaybedersin ummadığın bir anda.

Özün sana bir şeyler fısıldar sürekli; aradığın soruların cevaplarını mesela. Cevap zorlu yollardan gitmeni söyler bazen ve gitmediğinde o yoldan, kendine ihanet ettiğini söyler bir tarafın ve yargılar seni. Özün yargılamaz. Zamanı vardır her şeyin, bilir. Ve o zaman öyle çok uzun da değildir. Her şey bir AN'da oluverir hayatta - her şey. Senin çiçeğin de yırtacak elbet kendi kabuğunu ve birden patlayacak tomurcuk - FARK ETTİĞİNDE az ötede büyük bir hayat olduğunu...

11 Şubat 2011

Öteki İnsana

Çok insanla karşılaştım ama insanları tanıdım mı, aslında bundan pek emin değilim. Çünkü benim dünyamda aralarında bir fark gözetmeksizin herkes iyi ve her şey güzeldi kendimi bildim bileli. Yakın bir zamanda ise renkler ayrışmaya ve her şey yerli yerine oturmaya başladı. Işıktı renkleri var eden ve hepsinin özü O idi. Lakin her renk başka bir olgunluğun ve başka bir lezzetin makamıydı. Makamlar ise her ne kadar aralarında net bir sınır olmasa da farklı ışık yoğunluklarıydı. Bu şekliyle insan, karanlık bir suretten aydınlık bir sevince dönüşün aynı gökkuşağı üzerine düşmüş hayalinden başka bir şey değildi.

Hepsini koyunca ayıkmakta olan bir dimağın hassas kantarına, senin yerin de elbette ötekinin yerinden ayrı olmalıydı. Ama işte ne bileyim, sanki hiç de öyle olmadı…

Yerin ayrı olmalıydı; çünkü dürüst olmayı beceriyordun aslında ve dürüst olmayı öğretiyordun bir şekilde - böyle bir derdin varmış gibi görünmese de.

Yerin ayrı olmalıydı; çünkü güzelliğin teninin ötesinde bir yerlerden taşıp geliyordu ve ben böyle bir güzelliğe kör kalmıştım gelip geçen ömrümde.

Yerin ayrı olmalıydı; çünkü o kadar benzetmiştin ki kendini ötekilere, yapraklar arasında bir bukalemun kadar fark edilmezdin benim gibi sıradan gözlere.

Yerin ayrı olmalıydı. Hayır, beyaz örtülerin üzerindeki leke değildin sen. Siyah çarşaflara değmiş çamaşır suyu filan da değildin.

Sen sendin ve çok güzeldin. Güzelliğinle ömrümü şenlendirdin.

Daha fazla gecikmeden - teşekkür ederim.

05 Şubat 2011

İNCİ

Hayat, ne kadar tam, güzel, iyi ve büyük olduğunu bilme fırsatıdır.

'Eksik' tamamlama fırsatıdır.
'Çirkin' güzelleştirme fırsatıdır.
'Kötü' iyileştirme fırsatıdır.
'Engel' büyütme fırsatıdır.

Tamamlanan, güzelleşen, iyileşen, büyüyen öteki gibi görünür. Aslında öteki aracıdır. Tamama eren, güzellikle parıldayan, iyiliğin nefesine dönüşen, büyüklüğünü kutlayan en çok kendinsindir.

Hayatın en güzel tarafı; fırsatların sınırsız olmasıdır. Hayatın en güzel tarafı; varlığınla olanın dansına katılma ve var olmanın sınırsız sevincini tatma imkânı tanımasıdır.

Hayatta durağan bir tamlık, güzellik, iyilik ve büyüklük yoktur. Hepsi kendisini yeniden doğurur ve doğan, daima doğuranı öteye taşır. Çocuk, annesini güzelleştirir ve anne çocuğuyla birlikte en çok kendisini büyütür.

Hayatta eriyen, çürüyen, kaybolan sadece formdur, şekildir, surettir. Öz daima genişler, büyür, güzelleşir, devinir ve her dem taze bir surete yeniden dökülür.

O yüzden sen, suretinin ötesine derin dalış yapan Anka Kuşusun.
O yüzden sen, daldıkça kendi derinine, bulacağın inci tanesisin.
O yüzden sen, aşkla dönüp duran ve kendi ateşinde yanmaya yazgılı pervanesin.

Fırsatları değerlendirmek, suretin kanatlarını kırmak ve özün kanatlarını kuşanmaktır.
Fırsatları değerlendirmek, kendi derininde keşfedilmeyi bekleyen inciye erişmektir.
Fırsatları değerlendirmek, dönüp durmayı bırakıp ateşi harlamaktır.

Fırsatları değerlendirmek sevmektir; olanı olduğu gibi sevmek.
Fırsatları değerlendirmek bilmektir; olanı kendinden bilmek.


Sevemediğin biriyle hayat geçer mi?
Geçmez.
O halde "kendini" sev.
ŞİMDİ sev; 'Olabildiğince' sev.

Tanrının bu kadar sevdiğini sevmemek sana düşer mi?
Düşmez.
O halde kendinden düş de sev.
Olanı, kâinatı kendinden bil de sev.


Yakınmak, fırsatları görememektir.
Gördüğün acıtsa da bazen, aç gözlerini sen

Yakınmak, gözünün önündeki güzelliği reddetmektir.
Süzülürken inciler gözlerinden, kucakla güzelliği sen

Yakınmak, içindeki gücün üzerini örtmektir.
Kaçma kudretinden, açıver hediyeyi sen

Yakınmak, büyüklüğünü küçüklüğüne esir etmektir.
Büyük hayallerine esir et, küçük düşünceleri sen

Yakınmak, özgürlüğünü korkaklığına feda etmektir.
Özgürlüğüne feda et, ürkekliğini sen

Yakınmak, ölümü istemektir.
Her şey senin için yaratılmışçasına, inadına yaşa sen


Bugün de tüm diğer günler gibi sıradan bir gün olabilirdi; sen var olmamış olsaydın eğer. Sadece senin var olman tüm bu hayatı olağanüstü yapmaya yeter oysa ki. Kendine verilmiş bir hediye gibi kendini sev o halde. Yakınmayı bırak ve sev.

ŞİMDİ sev; 'Olabildiğince' sev.

31 Ocak 2011

YAMA

Tek yamasıymış - zaman
Ölümsüz bir aşkın

...

İş ki AŞK,
Zaten yama tutmazmış.

18 Ocak 2011

Sol Anahtarı

'Sen beni herkes gibi seviyorsun'
der;

Şikayet ederdi.

Bense bunu bir iltifat sayardım...
Çünkü aslında ben herkesi,
tek bir olağanüstü şarkının
her bir notası gibi

'ayrı'

'ayrı'

severdim.

Şarkının eslerinde gezinirdim en çok,
orada bulurdum kendimi;
sololarda ise kendimden 'geçerdim'.

O ise 'sol anahtarı' olduğunu
sezemedi;

Sezemezdi.

Şarkıların onunla başladığını
hiç göremedi...

Göremezdi.

Bir gün o kadar içerledi ki,
kendini içeri kilitledi.

Peki şarkı bitti mi?

Hangi şarkı biter ki?

07 Ocak 2011

TEK BAŞINA

Başın varsa tek değilsin;
Kısa kes şair!
Vur başını gitsin.

ŞAİR

Söylesene “Şair”, kimdir şair?

Kendi içine dalıp her defasında vurgun yiyen ve yine de ıssız derinliklerden kelimelerle hazineler çıkarma hevesinden vazgeçemeyen bir çılgın mı?

Görülemez olanı kelimelerle görmeye soyunan bir haddini bilmez mi?

Kendi sesini arayan bir sağır mı yoksa müziğinin lezzetini duyabilen tek kulak olmaktan muzdarip inleyen bir keman mı?

Kaybolmuş bir ruh mu yoksa kelimelerle kendi izini süren intihara meyilli bir avcı mı?




Boş adamdır şair; içini en lezzetli kelimelerle Tanrının kalemi doldurur. Boş olabilmeyi dilerim hep O'ndan bu yüzden ve benden akanın O olmasını; içimi sevgiyle doldurmasını ve kalbimden taşmasını... Dolduğum anlar olur bazen insanım. Boş kalabildiğim anlar da olur; dedim ya insanım ve sarhoş olduğum anlar bazen, içime akan gözyaşlarıyla... Şükrederim hepsi için. O'ndandır çünkü, hediyedir.

Takipçi istemem yüktür. Hem takipçi yanlış yoldadır. Ben'im yolumdan yürüyen kendi yolundan uzaklaşır. O yüzden yol olmayı dilerim daha çok; yolcusunun hep kendine yürüdüğü.

Şair değilim; ama şiir olmayı dilerim sözlerimle ve varlığımla. Kimisine göre şiir değilim, boş laftan öteye gitmem. Kimisinin müziği de sözüme karışır, bir mahur beste olur ferahlık uman gariban bir kulağa. Evet düşünerek yazarım. Hep düşünerek yaşayamadığımdan en azından yazıya dökülen sözlerim, 'düşünceli' olsun isterim, incelikli olsun. En incelikli sözlerimse en düşüncesiz anlarımdan çıkar genellikle.

Yüreğim kanar çokça evet; isterim ki O'nun güzelliği görülsün ve O'ndan gelenin güzelliği. Göremeyenlere ve görülemeyenlere üzülürüm. Sonra bir üzüntüme bakarım, bir güzelliğe ve üzüntüm de güzel görünür gözüme. Şükrederim yine.

Aradığım nedir bilmiyorum artık. Aranırken kaybolup 'kelimelerin acımasız sessizliğinde' unutuyorum çünkü - neyi, niye aradığımı da... Ve hep kaybolmuş buluyorum kendimi de. Zaten aramayı bıraktığında kucağına verilen de sihir oluyor eğer mucize değilse...

Uzun yıllar cüret etmek sandım şiiri oysa boyun eğmekmiş yeni yeni anlıyorum... Boyun eğiyorum ben de; şükürle.

‎Ve biliyorum ki artık, ancak bir şair ölümle dans eder de hep hayatta kalır.