Tanım bir sınır koymaktır. Bir tanım yaptığınızda artık (tanımlanan şeye dair) bir şeyler içeride ve çok şey de dışarıda olmak zorundadır.
Sevgiyi tanımlamanızı istemek, bu yüzden bir tuzaktır. Belki sadece pratik bir değer olarak dışarıda bıraktıklarınızı görmenize yardımcı olur - o kadar… Sevgi neyi dışarıda bırakır ki?
"Bu sevgi ve bu da sevgi değil" dediğinde bir insan; istemediği, ittiği, hayatında dışarıda tutmaya gayret ettiği ve bu konuda beklenti oluşturduğu şey, her ne ise onun orada ve var oluşunun getirdiği değeri de göremeyecektir.
Oysa bir şey benim için ve benim hayatımda var ise onun gayet değerli bir işlevi de vardır. Örneğin koşul koyarak paylaşanların, samimiyetsizlerin, menfaatçilerin varlığı bende neyi tetikliyor ve ne yaratıyor? Bu tür insanları da cehaletlerinden dolayı kendileri için yarattıkları acıdan ve olası acı dolu kaderden ötürü şefkatle sevemez miyim ve bu tür insanlar nasıl oluyor da bende bir acıyı ya da en hafif haliyle bir istememe halini tetikleyebiliyorlar? Beni sevmeyenleri ya da beni sevmeye zorlayanları bile sevmek mümkün olamaz mı?
Sevgi gibi kavramlara dair bir tanım yapma çabasında ikinci pratik değer; bir tanım yaparken kelimeleri dizme şeklinizi yakalamaktır. Neden sevgi denince misal evvela “hatırlanmak” ve sevgi olmayan denince misal evvela “koşul koymak”? Kelimelerin böyle bir öncelik ile dizilişinde sevgiyi tanımlayan kişi için özel bir anlam olmalı.
Üçüncü olarak tüm tanımlamalar ve açıklamalar, zihninizin nasıl çalıştığını görmenize yardımcı olacak ipuçlarıdır. Çünkü hiçbir tanım ve yorum olmasaydı zihniniz sizin efendiniz olamazdı.
Esasında herkes sevgiyi bilir ve bunun için bir tanıma ihtiyacı da yoktur. Ancak her birimizin bildiği sevgi, anlayışımız ve sorumluluk bilincimiz doğrultusunda zamanla olgunlaşır. Genellikle kendimizi sevmeyi unuttuğumuz bir noktaya kadar kendi varlığımızın uzağına, kendi içimizdeki karanlığa savruluruz ve zihnimizde bir cehennem yaratırız önce. Burası, içimizde bize ait olmayan seslere boyun eğmeyi öğrendiğimiz ve artık tüm o gürültülü mesajlar arasında kendi kalbimizin sesini duyamadığımız yerdir. Burası, insanın sürekli olarak, “kim olmadığını” kendine hatırlatması gereken yerdir. Ama her durumda bir şey daha lazımdır: şefkat.
İnsan kendisine daima gözünün bebeği gibi bakmayı becermeli, eksiğiyle de tamam olduğunu hatırlamalıdır. İnsan hayatın; eksiklikleri yargılama ve kınama için değil tamamlama ve bundan lezzet alma için olduğunu hatırlamalıdır. Başka türlü insanın kendi cehenneminden çıkması pek de mümkün değildir.
KENDİNİ NE ZAMAN SEVİYORSUN, NE ZAMAN SEVMİYORSUN ?
"Ben kendimi sevemiyorum."
Bu bir gerçekliğin ifadesi olamaz. Ancak zihinsel bir koşullanmanın sonucu, hatalı bir varsayım olabilir. Bunu dile getirmek hem “koşullandırmalarımın büyüklüğünü görüyorum ve cehennemimin farkındayım” demek olduğu için kıymetlidir hem de “her kabul, kendi gerçeğini beslediği” için zehirli...
Sen sen ol - durum, söylem buysa - kıymetli tarafından yaklaş. Koşullandırmayı gör ve bunun sadece bir koşullandırma olduğunu – asla gerçeğin kendisi olamayacağını da...
Bunu yapmanın bir yolu da oradaki “ben” vurgusunu görmektir. O kendisini sevmeyen ben var ya – işte kim olmadığını hatırla derken kastettiğim ben tam olarak odur.
"Bunu deniyorum ve çok zorlanıyorum."
Bunu deneyen ve çok zorlanan, bir türlü tam olarak başaramayan ya da başaramadığını düşünen de o aynı ben. Çünkü kendini sevmek için bir nedene ihtiyacın yok. En sevdiğin yemeği, suyu, güneşi neden sevdiğini düşün. Bir neden olması gerekiyor mu ki? Peki kendini ve kendinin bir adım ötesinde gibi duran ama aslında kendinden hiç de ayrı olmayan herhangi bir insanı sevmek için de illa bir neden olması gerekiyor mu?
Hayır. O başkalarından duyduğun sevgi sözleri de senin kendini sevmeni sağlayamazlar. Tam aksine senin kendini sevmek için dışarıda bir sebep arama ve bulma yanılgını, koşullanmışlığını derinleştirirler çokça zaman. Çünkü kendinden yana emin olan hiç kimse, dışarıdan bir sözle ya da etkiyle ne olumlu ne de olumsuz yönde kendi merkezinden milim kıpırdamaz.
Sonuçlara baktığın müddetçe kendini sevemeyecekin. Çünkü ancak yargılayan gözler, sonuçlara bakar. Hayat sonuçlarla ilgilenmez. Ancak senin içindeki hükmedici, korkutucu, yargılayıcı, “Tanrı müsveddeleri” sonuçlarla ilgilenir. Hayatın asla sonuç kaygısı yoktur. Şu anki hayatın bir sonuç değil. Çünkü sende görünen hayat, henüz bitmedi ve bir gün bedenin ölse, çürüse de bitebileceğini de sanmıyorum.
Eğer bu sözleri, kalbinde bir kez tam olarak duyabilirsen herhangi bir çalışma bile boş ve gereksiz. Tüm çalışma bir yük.
Eğer bu sözleri duyamazsan; misal - hareket etmediğinde, kendine verdiğin sözleri tutamadığında, gerçek duygularını ifade etmeyip sınırladığında, hata yaptığında, hele pişman olduğunda kendini sevmemek için de sayısız sebep bulmuş olacaksın. Ve yeniden aynı döngüde kaybolacaksın: yargı, yargı yargı ve ceza, ceza ve ceza… İşte bunun adı cehennem. Bunun adı yoldan çıkmak. Bunun adı kendine uzak olmak.
Güzel haber şu ki, ne kadar uzağa gidersen git kendine gölgenden bile yakınsın ve en nihayetinde bunu görmek dışında bir seçenek yok.
Bu şekilde gelse de cehennemin bir şekilde de gider elbet. Sabırlı ol. Çünkü hayat denilen şeyin doğası budur. Gelirler ve giderler. Görünür ve yiterler. Çok dert edilesi bir durum yok o yüzden.
SEVGİNİ NASIL İFADE EDERSİN? İNSANLAR SANA NASIL İFADE ETSİN İSTERSİN?
Sevgini her nasıl ifade ediyor olursan ol bu senin hediyelerinden biridir. Herkesin ifade etme şekli kendisine özeldir. Parmak izi gibidir ve öyle oluşu harikadır.
Hediyeni kendinde tutarsan belki hediyesini çoktan gömmüşler tarafından tepki almaktan, ayıplanmanmaktan kurtulursun. Sen yine de tepki almaktan kaçma ki kendine tepki duymayasın. Hatta tepki al ki yeni bir ihtimal doğsun ilişkinizde.
Sevgiyi dilediğince almaya hakkın var. Ama hakkın olanı alamamak da gülüp geçebileceğin bir şey oluncaya dek onun boşluğunu beklenti ve hayal kırıklığı döngüsü dolduracaktır. Bu, olumsuz zihinsel koşullanmışlık döngüsü denilen şeyin ta kendisidir. Ve bu zincirdeki parçalardan herhangi birini kırman gerekiyor. Hangisini kırabilirsen kır fark etmez – döngü zayıflar ve nihayetinde çöker.
Dilersen beklenti kurmayı bırak. Dilersen hayal kırıklığını… Dilersen ifade et yaşadığını ve hissettiğini ve beklentini. Dilersen kendini inatla geri çekmeden ilişkide tut, kaçmayı bırak. Dilersen yeni anlamlar türet kalbine, içine sinen. Dilersen ilişkilerinin bitmesi fikriyle barış. Yalnız olmayı “bilinçli olarak” sen seç zaman zaman ve yalnız olmamayı da. Dilersen sevgiyi başkasının sözlerinde ummayı bırak hatta tam tersini yap sözlerinde başkalarına sevgi sun – en samimi tarafından. Dilersen her ne olursa olsun kendini hatırla, şefkat göster. Dilersen de kendini aç, içinde olan biten ne varsa aç – arslan yürekli ol, açık yürekli ol...
Birinden birini dene. İstersen kendi listeni yap ve başka bir şeyler dene. Ama muhakkak yeni bir şey dene.
Yeni bir şey denemek, yeni bir yoldan yürümek ve hep yeni olabilmek çokça cesaret gerektirir. Çokça zaman çok zorlandığını hissedebilirsin. Ama zorlayan taraf dediğin şey, terazinin kefesinde bir kuş tüyü bile etmez. Çünkü bir gerçekliği yoktur. Yalanın tüm ağırlığı, zorlayıcılığı gerçek ortaya çıkana kadardır. Gerçekle ilgilen. Alıştığın ve inanmak için kendine her gün yeniden tekrarlamak zorunda olduğun yalanlarınla değil.
Merak etme - bir şey yapsan da şimdi yapmasan da hayat bir yere kaçmıyor. Hayat zaten asla senin elinde değildi o yüzden elinden de bir yere gidemez. Hayat sana gelmedi ki senden bir yerlere gitsin – sen hayatın ta kendisisin.
Kendi değerine olan inancın azalsa da olur artsa da - dert değil. İnanma. Değerli ya da değersiz değilsin. Varsın ve yok olamazsın. Asla kaybedemezsin. Asla.
Bu varlıkla, asla kaybedemeyeceğini hatırlayarak ne diliyorsan onu yap – o kadar.